Violet Evergarden Kitapçık Bölüm 5 - Isabella York ve Yaprakların Arasından Süzülen Bahar Güneşi
O gün öğlen olmuştu.
Violet Evergarden Kitapçık Bölüm 5 - Isabella York ve Yaprakların Arasından Süzülen Bahar Güneşi
-Hafif esintili bulutlu bir gün.
İçimde sabah erken kalkıp gece geç yatmak var. Neredeyse hiç öğlen yok.
Sabahları kayıtsızca kalkarken, hayatımı bir şeylerin başlayacağını umarak yaşadığımdan emin oluyorum. Hiçbir şey olmuyor ama ozaman bile "Bugün kesinlikle o günolacak" diye düşünerek yaşıyorum . Genel olarak günlerim böyle geçiyor.
Öğle saatleri hayatımda tam anlamıyla bir methiyedir. İnsanların arasında olmaktan mutlu olduğum, eğlendiğim ve o anın tadını sonsuza dek çıkarmak istediğim, sonsuza dek sürmesini dilediğim zamandır. "Ey zaman, dur artık. Her şey çok güzel ve değerli."
Geceleri sıkıntılı oluyorum. Gözüme çarpan her şey başıma bela oluyor ve hepsini yok etmek istiyorum. Sinirli ve yıkım arzusuyla dolu hissediyorum, acele etmek ve bu hayatımı sona erdirmek, patlayan baloncuklar gibi kaybolmak istiyorum. "Sen de, sen de yok ol," diye diliyorum.
Hayatım sadece sabah ve geceden ibaret. Öğle vaktini sadece birkaç kez tattım.
Hayatımda zaten yoğun iniş çıkışlar vardı. Doğduğumdan beri babam yoktu ve annem bir cani tarafından öldürüldü. Korunması gereken zayıf bir canlı olan ben, hiçbir koruma olmadan büyüdüm... ta ki bedenim tamamen gelişip artık çocuk sayılamayacak bir hale gelene kadar. Pek çok gecenin tekrarından sonra, şimdiki halime geldim.
Amy Bartlett.
Isabella York.
Ve şimdi, başka bir soyadım daha vardı.
İçimde sadece gece oluyor. Hem hayatım hem de duygularım çok karışık. Onlara temiz bir şekil vermeyi hiç denemedim.
Bana bu kadar acımasız davranan bu dünya yok olmalıydı.
Ama öğleyi tanıdıktan sonra, kendimi belki bir kez daha güneş ışığında yıkanabilirim diye düşünürken buldum. Güzel bir an daha yaşayabilirim. Ne kadar aptalım. Eminim bir daha asla olmayacak.
Öğleyi beklerken bunlar benim sabah kayıtlarım.
-Yüksek sesle ıslık çalan rüzgarlar, güneşli.
Bu günlüğe yazmaya alıştım ama düşününce, neden kullanmaya başladığımı yazmadım. Ayrıca bir gün yaşlı bir kadına dönüştüğümde tekrar okumak için bir şeyler yazmam gerekiyor.
Doğum günümü kutlamak için kilitli bir günlük aldım. Hediye olarak bir günlük almak tedirgin edici bir tepkiydi. Belki de günlüğü bana veren kişiye karşı tuhaf duygular beslediğim içindir.
Kim bu şüpheli kişi? Eşim rolünü oynayan kişi: saygıdeğer kocam.
Görünüşe bakılırsa, doğum günümü unuttuğu için çok üzgündü.
Kocam rolünü oynayan adam "Isabella York" gibi birine layık bir aileden geliyor. Sözde çalışkan ve ihtiyatlı bir eş, yüksek dereceli bir eğitim almış ve yaş olarak benden çok uzakta.
Bu bir yana, o aptal falan mı?
Ne kadar üzülsem de o yaşlı adamla ilgili olarak kendime sık sık bu soruyu soruyorum. Gülmek zorundayım.
Doğum günüm iki ay önceydi, sevgili kocacığım. Çok geç kaldın.
Ayrıca, sadakatle günlük tutacak bir tip değilim. Beni daha iyi tanısaydın, bana bir tane vermeyi düşünmezdin.
Bakalım... Eğer küçük kız kardeşim olsaydı, bana renkli kır çiçekleri verirdi. Yemek masasını onlarla süslemek belki karnımı doyurmazdı ama onlara bakmak beni rahatlatırdı.
Menekşe çiçeğim olsaydı, saçlarımı bağlamam için bana mutlaka kurdeleler verirdi. Ne de olsa saçlarımı her zaman benim için düzenlerdi. Yapay parmaklarıyla o kadar düzgün bir şekilde - o kadar yetenekli bir insandı ki.
Dürüst olmak gerekirse, sevdiğim iki kadından herhangi bir şey alacak olsaydım, bana civarda bir yerden bir tutam ot verseler bile çok mutlu olurdum.
Bana bu günlüğü verenin o olması, muhtemelen bu konuda neden içtenlikle mutlu olamadığım konusunda büyük bir etkendi. Bu ince duyguyu kendi kendime analiz ettikten sonra böyle düşündüm.
Ama kötü bir niyeti yoktu. Karısı rolünü oynayan çok daha genç kıza ne alacağını bilmemesine rağmen bana güzel bir günlük hediye etmiş olması çabasının kanıtıydı. Evlendiğimizde benim için zaten kıyafetler ve mücevherler satın almıştı ve muhtemelen bunların her zaman malikânedeki odasında inzivaya çekilen kasvetli bir kıza uygun olacağını düşünmüştü. Her halükarda, bir kitabı tercih ederdim.
Saygıdeğer kocam sadece aniden aklına geldiğinde bir eş gibi davranıyor. Bir bakıma, beni gelini olarak kabul ettiği için kendini mecbur hissediyor olmalı.
Kendi karısını konağa kilitliyor ve evliliğimizden önce de birlikte olduğu anlaşılan bir sevgilisinin evine sık sık gelmesine izin veriyor. Zar zor var olan vicdanı muhtemelen bu yüzden incinmiştir.
Yine de bana aldırmana gerek yok. Ben de seni umursamıyorum.
İkimiz de ruhlarımızı bir şey karşılığında sattık. O kendine soylu ve bağlantıları olan bir soy buldu. Ben de dünyada en çok sevdiğim küçük kızı korumak için bir araç elde ettim. İkimiz bir sözleşme imzaladık çünkü istediğimiz şeyler vardı. Deyim yerindeyse, kendi ruhlarımız pahasına da olsa bir şeyleri elde etmeyi başarmış bir çiftiz.
Tek bir ortak noktamız var ama birbirimizden zerre kadar hoşlanmıyoruz. Asla bir çift olamayız.
Bunu zaten biliyoruz.
Ben kocama kafamda "ihtiyar" diyorum ve sanırım o da bana kafasında "boktan velet" lakabını takmıştır. Anlaşamıyoruz. Ayrıca farklı şekillerde yetiştirildik. Konuşmalarımız birbirine uymuyor.
Birbirimizin yanından geçerken niyetlerimizi teyit ettik. "Birbirimizden hiç hoşlanmayacağız gibi görünüyor. Madem öyle, o zaman neden göstermelik bir çift olmuyoruz, açık ve basit?"
Birbirimizi sevmek için herhangi bir çaba göstermemize gerek yoktu. Sadece bir arada yaşamak zorundaydık. Anlaştığımız tek nokta buydu.
Yine de, görünüşü korumak istemenin aristokrat erkeklere özgü bir şey olup olmadığını merak ediyorum.
Karısına ve suç ortağına hediye olarak bulduğu şey bir günlüktü. İhtiyar, bundan biraz daha iyi bir şey olmalıydı... kitap gibi. Bir kitap iyi olurdu. Bir kitabı tercih ederdim.
Ne olursa olsun, belli bir noktaya kadar yoksulluk içinde büyüdüm, bu yüzden hiçbir şeyin boşa gitmesine izin vermek istemem. Bu nedenle burada, yatak odamda, elimde kalemle inzivaya çekilmiş durumdayım.
Kocam da bana tavus kuşu tüyünden bir kalem verdi. Bunu sevdim. Mürekkebi güzel bir mavi. Büyüleyici bir mavi. Belli bir güzelliğin gözleri gibi mavi. En sevdiğim renk.
Bu arada, ona en son mektup yazmayalı epey oldu sanırım.
Violet. Violet Evergarden.
Mavi mürekkeple yazınca isim daha da güzelleşiyor.
Menekşe çiçeğim. Hizmetçim. Gizli Otomatik Hatıralar Bebeğim. Arkadaşım.
Muhtemelen beni çoktan unutmuştur. Şu anda umutsuzum. Hiç mektup yazamıyorum.
Sıra bende olmasına rağmen ona cevap vermedim, bu yüzden Violet'ten de yeni mektup gelmedi. Evlendiğimden beri ne yazacağım konusunda hiçbir fikrim yok.
Belki de şu anda nasıl olduğumu öğrenmesini istemediğim içindir.
Tabii ki istemezdim. Hoşlandığım kızın evlilik hayatımın nasıl gittiğini bilmesini istemiyorum. Aşık olmadığım biriyle evlendiğimi ya da acı çektiğimi öğrenmesini istemiyorum.
"Uyan, Violet. Berbat durumdayım." - Ona böyle bir şey yazarak ne kazanabilirim ki?
Aah, Taylor. Seni görmek istiyorum.
Ama bu imkansız, değil mi? Anladım.
-Hafif esintili ılık bir gün.
Buraya son yazdığımdan bu yana epeyce gün geçti. Bu şeyi ne zaman yeniden okusam biraz eğlendiğimi hissediyorum, bu yüzden sanırım bir süre daha bunu yapmaya devam edeceğim.
Bugün biraz bahçeye çıkmayı denedim.
Genelde odamdan dışarı adım atmam. Yemeklerimin bile odama getirilmesini istiyorum. Eşim geldiğinde de arada bir birlikte yemek yiyoruz görüntüyü kurtarmak için ama sanki uzun yıllar ayrı kalmış bir baba-kız evlerini yad ediyormuş gibi bir hava var etrafımızda, o yüzden birbirimizden uzak duruyoruz.
Sıcak bir gündü, bu yüzden rüzgar iyi hissettirdi. Akademinin gül bahçesi kadar güzel değil ama bu köşkün bahçesi de güzel.
Toprağa dokunmak zorunda olmadığım bir hayat yaşadığımı hatırladım, bu yüzden geçici olarak bir avuç aldım. Kimse benimle böyle konuşmasaydı keyfim yerine gelecekti... ama bir süre çiçek tarhlarına dikkatle baktıktan sonra bahçıvan çıkageldi.
"Hanımefendi, lütfen istediğiniz kadar bakın. Yanlış bir şey varsa düzeltirim," dedi bahçıvan, ciddi ve gergin görünüyordu.
Konu bahçeler olunca düzeltmek ya da düzeltmemek diye bir şey var mı? Bu haliyle iyi.
Sessizlik acı vericiydi. Ona bir soru sordum çünkü merak ettiğim bir çiçek vardı ve belki de bundan mutlu olmuştu, çünkü heyecanla bana bir uzman gibi açıklama yapmaya başladı. "Kahretsin," diye düşündüm. Çok gevezeydi.
İşte böyle zamanlarda insanlarla uğraşmayı sevmediğimi gerçekten hissedebiliyorum. Ne zaman birinin durmadan konuşmasını dinlemek zorunda kalsam, sanki bir şey için bir çıkış noktası olarak kullanılıyormuşum gibi hissediyorum. Onları sadece dinlemeli ve bununla eğlenmeliyim. Ama bunun yerine kendimi boğulmuş ve kaçmak isterken buluyorum.
Gergin bir gülümsemeyle başımı sallamaya devam ederken, mülkü yöneten yaşlı uşak çayım hazır olduğu için konuşmayı kısa kesmem için bana bir şans verdi.
Bahçıvan üzgün görünüyordu. Gençti, bu yüzden muhtemelen birinin yaptığı işe iltifat etmesini istiyordu. Bahçeden ayrıldım, odama gittim ve benim için hazırlanan çayı içtikten sonra en sonunda "Onu daha fazla övmeliydim" diye düşündüm.
Büyük olasılıkla, benim gerçek işim bu. Ne de olsa görünürde ben bu konağın hanımefendisiyim.
Bu kadar sorunlu ve sevimsiz bir kişiliğe sahip olmama rağmen, o kız benimle üç ay geçirdi.
Çayı içtikten sonra biraz kendi kendime vals yapmaya karar verdim.
-Rüzgâr sert, hava bulutlu.
Kocamla buluştum. Meğer bavul almaya gelmiş.
Onunla buluşmaktan ziyade, ben odamda olduğum için içeri girdi demeliyim sanırım.
Bana iyi olup olmadığımı sordu, ben de "yaşıyorum" diye cevap verdim. Eve dönmek isteyip istemediğimi sordu, ben de "hayır" dedim. Eski okul arkadaşlarımın salon partisine gidip gitmeyeceğimi sordu, ben de gitmeyeceğimi söyledim. Bana ihtiyacım olan bir şey olup olmadığını sordu, ben de olmadığını söyledim.
Bana en sevdiğim rengin ne olduğunu sorduğunda Violet'in gözlerini hatırladım. Mavi olduğunu söyledim ve o da bana nedenini sordu. Ona sevdiğim kişinin göz rengi olduğunu söylediğimde, kocam beni zorla kollarına almaya çalıştı ve ben şiddetle direndim.
Bu çok ani olduğu için öksürmeye başladım ve o öğleden sonra yediğim her şey ağzımdan döküldü. İşte o zaman kocam nihayet kendini toparladı.
"Eğer biraz daha yaklaşırsan, sana kusacağım." - Bu cümle de ona karşı işe yaradı.
Görünüşe göre kocam metresiyle kavga etmiş. Ama ikimiz de istediğimiz gibi yaşamaya karar verdikten sonra, aşık olmayacağını karşılıklı olarak teyit ettiği kişiye el kaldırmaya çalışmak zorunda mıydı? İşte bu yüzden erkekleri anlamıyorum.
Aslında, erkek olduğu için değil. Eminim bu kişi ümitsiz vaka. Tıpkı benim eskiden olduğum gibi, mutsuz olduğunda diğer insanlara zarar vermenin normal olduğunu düşünüyor.
Bu beni kızdırıyor. Sırf kız arkadaşın sana soğuk davrandığı için başka bir kadına kaçmak - bu tür şeylerden gerçekten hoşlanmıyorum. Bu aşk değil. Sevgilisine yeterince güvenmiyor. Onun için üzülüyorum.
Kocam görünüşe göre oldukça iyi dayandı, çünkü ona dürüstçe bir sürü kötü şey söyledim ve sonra odadan çıktım. Bana gelince, kustuğum şeyleri temizlerken ağladım.
Taylor'ı görmek istiyorum.
Taylor'ı görmek istiyorum.
Taylor'ı görmek istiyorum.
Zamanımı sadece değer verebileceğim biriyle geçirmek istiyorum.
-Bulutlu bir günün ardından yağmur yağıyor, rüzgar yok.
Bugün yağmur yağıyor.
Yağmurlu bir gün olduğu için Taylor'ın saçlarını ellerimle iyice taramak zorunda kaldım. Saçları çok güzel kıvırcık ama böyle günlerde bu bir sorun.
Çok uykum vardı. Ama yapılacak işler vardı, bu yüzden sabahları boş zamanım yoktu. Kalkıp Taylor'ın saçını taramak zorundaydım.
Gözlerimi açtığımda düşündüğüm şey buydu. Bir an o kıvırcık saçlı küçük kızı aradım ama bulamadım.
Ben bir aptalım, bu yüzden yaklaşık otuz saniye boyunca ciddi bir şekilde onu aradım. Kendi başına dışarı çıkmış olabilir miydi?
Eğer onu kaçıran biriyle karşılaşırsa, işi biterdi - yataktan atlarken bir şeyler yapmam gerektiğini düşündüm. İşte o zaman aniden fark ettim.
Taylor burada değil.
Aptal mısın, Isabella? Sen artık Isabella'sın, değil mi? Artık Amy değilsin. Taylor da seninle değil. Uzun zamandır yanında değildi, neden böyle düşündün? Neden onu aradın? Yarı uyanık olsan bile bu olmamalıydı.
Kimseye anlatamadığım bu boşluk ve hüzünle ilgili hiçbir şey yapamadan yastığımı sertçe yumrukladım. "Ugh, ah, aaah, uugh..." Gerçekten çok sert vurdum, birkaç kez. "Uuuugh, ah, ugh..." Her yumrukladığımda gözyaşlarım çarşaflara sıçradı.
Bu bazen oluyor. Sanki artık yanımda olmayan insanlar ve artık göremediğim manzaralar şu anda bile hala buradaymış gibi hissediyorum. Bir yanılsama gibi.
Bedenime kazınan anılar beni küçük kız kardeşimi aramaya itti.
Taylor da bu yağmuru görüyor mu? Taylor'ın yaşadığı yerde de yağmur yağıyor mu?
Taylor'ın nerede yaşadığını merak ediyorum. Orada kahvaltı edebiliyor mu? Akşam yemeğini de orada mı yediriyorlar?
Yağmurlu günlerde Taylor'ın saçını tarayan var mı?
Gözyaşlarım süzülürken pencereden dışarı baktım. Bir gök gürültüsü beni irkiltti ve halının üzerine kıç üstü düşmeme neden oldu.
Onun yerine buraya yıldırım düşmeliydi. Eğer öyle olsaydı ve bu malikanede korkunç sorunlara neden olsaydı, kendimi biraz daha iyi hissederdim.
Bütün gün bu fanteziyi kurdum.
-Nemli bir hava, güneşli bir havadan sonra bulutlu bir hava.
Bugün karnım ağrıyordu, o yüzden sürekli tuvalete gittim. Ne zaman regl olsam bunu düşünüyorum ama neden bu kadar sert bir mekanizma olmak zorunda? Ben her şeyi yaratan Tanrı olsaydım böyle bir mekanizma yaratır mıydım? Ayrıca, bu işleve ihtiyacım olup olmadığı da tartışılır. Muhtemelen yok. Birinin onu benden almasını istiyorum. Aslında, onu çıkarmaktan korkuyorum.
Her neyse, acıyı sevmiyorum. Acıya karşı zayıfım. Sürekli öksürdüğüm için gözlerim yaşarıyor. O kadar acı verici ki elimde değil.
Bunu regl dönemimle ilişkilendirmek istemiyordum ama ne olursa olsun kendimi aile varisini düşünürken buluyordum. Bize dayatılan bir sorun, evli çift taklidi. Yine de hala rafa kaldırılmış durumda.
Sadece babam ölseydi, muhtemelen kocamın başka bir kızdan doğurabileceği bir çocukla herkesi kandırmayı başarırdık. Ya onları doğuran benmişim gibi gösterecektik ya da evlat edinecektik.
Seçenekler çoktu.
Çocukları severim, bu yüzden bir yabancının çocuğunu bile özenle büyütebileceğime eminim, ama onlar için üzülürdüm. Beklendiği gibi, onlar için en iyisi gerçek anneleriyle birlikte olmak. Böyle bir şey söz konusu olduğunda ben gerekli değilim ama kocamın hayat planı için vazgeçilmezim, bu yüzden boşanma olmaz.
Bu noktaya kadar yazdıktan sonra, çocukları bir "araç" olarak düşündüğümü fark edince dehşete düştüm.
Dur, dur - az önce düşündüğün her şeyden vazgeç. Benim gibi insanlar, ebeveynlerin çocuklarını düşünmemelerinin bir sonucu olarak varlar. Bir kurban saldırgana dönüşerek ne elde edebilir ki?
Tam da düşündüğüm gibi, bu konuyu rafa kaldıralım.
Her günüm sadece sabahtan ibaret olsa da öğlen bir noktada gelebilirdi. Hayatımda bana bunu öğreten iki kadın vardı.
İşler bir gün kendiliğinden yoluna girecek.
Aah, başlangıç olarak, bir insan bile olmasaydım harika olurdu... daha ziyade, bölünebilen bir şey gibi. Duyguları üremeyi daha az engelleyen bir şey olsaydım ve fiziksel olarak ağır bir yük olmasaydım, bunu düşünebilirdim.
Tanrım, geçen sefer kocam tarafından saldırıya uğramak beni oldukça etkilemişti. Kendi kendime "Ben iyiyim, sorun yok" dedim.
Ama aslında, yaralanmakla ilgili hiçbir şey iyi değil.
-Hilal günü, bulutlu ve şiddetli rüzgarlı.
Berbat zaman geçirdim.
Bu tür şeylerden zevk alan birileri var mı? Ben hiç eğlenmiyorum.
Nasıl anlatsam? Skandallar, dedikodular. Bu tür şeyler.
Bu olay böyle sakin bir malikaneye yakışmadı.
Ne olduğuna gelince, bu malikanede çalışan bahçıvan ve hizmetçilerimden biri kocamın odasında öpüşüyormuş. Kocam sevgilisinin evde takılmasına izin veriyordu ve çok sık gelmiyordu, bu yüzden muhtemelen ikisi de gardını düşürmüştü.
Orada birkaç kez bulundum; eşsiz bir atmosfere sahip bir oda - tamamen siyah mobilyalar çok ama çok güzel ve etrafa yerleştirilmiş hayvan binekleri asla geri dönmeyecek efendilerini bekliyor. Genç bir çiftin gizlice buluşması için ideal bir yer olduğunu söyleyemem, ancak havası vardı. Ve suçlu bir zevk duygusu da. Muhtemelen kocamın odasında birkaç kez buluşmaktan zevk almışlardır.
Bunun iyi bir şey olduğunu söyleyemem. Bu kesin. Ama bunu yapan iki kişi yaşça benden çok uzakta değildi. Çok gençtiler. Keşke onları sadece sert bir azarlamayla affetseydi.
Ama vardığımız sonuca göre kocam çok sinirlenmiş ve çılgına dönmüştü.
Meğer tesadüfen eve gelmiş ve ikilinin randevusuna denk gelmiş. Öfkeli bağırışları odama kadar yankılandı. Kırılan mobilyaların sesi de öyle. Dehşet vericiydi.
Erkeklerin bağırması nefret ettiğim şeylerden biridir. Şiddet de bir diğeri.
O andan itibaren daha da kötüleşti.
Bir süre sonra ortalık sessizleşti ve sonra birileri konağın kapılarını açıyor gibi göründü, ben de pencereden dışarı baktım. Gece rüzgârı çok soğuk olmasına rağmen, çift eşyalarını bile yanlarına almalarına izin verilmeden kovalanmıştı. Kapılar acımasızca kapatılmıştı ve konağın dışında titreyerek, kıpırdayamadan duruyorlardı.
Kocam son derece öfkeli olmalıydı. Nedenini anlayabiliyordum. İnsanların yatak odanızda böyle bir şey yapması çok zor. Benim de hoşuma gitmezdi. Ama ona sempati duyamazdım.
Onları kovarak öfkesinden kurtulsa bile, o ikisine ne olacaktı? Üzerlerinde tek kuruş olmadan kovulanlara ne olacaktı? Dilenci mi olacaklardı? Hırsız mı olsunlar? Hırsızlar tarafından öldürülsünler mi? Bedenlerini bunlardan birine satmak zorunda kalabilirlerdi.
Böyle bir geleceği hayal bile edemiyordu. Hayal edebilse bile umurunda değildi. Tabii ki umurunda değildi. Kocam büyürken hiç zor zamanlar geçirmedi ne de olsa.
Ona misilleme yapmak istedim.
Nedense aklımda olan buydu. Kocama kızgınlığımdan ziyade, kader, Tanrı ve her zaman olduğu gibi sadece beni mahvetmeyi düşünen bu dünya gibi şeylere kızgınlığa daha yakındı.
Yardım alamayacak kadar sinirlendiğim son seferde ne yapmıştım? Dünyanın en mutlusu olması gereken küçük bir kızı kız kardeşim olarak yanıma aldım.
Bu yüzden kendimi harekete geçirdim.
Gerçekten sadece bir an tereddüt ettim ve pencereden uzaklaştıktan hemen sonra yardımcıların uyuduğu odalara gittim ve çiftin eşyalarını dışarı çıkarttırdım. Herkes, malikâneye geldiğinden beri neredeyse hiç konuşmayan gizemli yeni eşin birdenbire böylesine harekete geçme yeteneğine sahip olmasından dolayı dehşete düşmüş görünüyordu.
Eşyalarını aldıktan sonra malikanenin ön kapısından değil arka kapısından dışarı çıktım ve karanlıkta dar bir patikada biraz yürüdüm. Tabii ki ikiliyi kaybolmuş, sessizce hıçkırırken buldum.
"Ne yapacağız?"
"Bunu yapmamalıydık."
El ele tutuşmuş ağlıyorlardı. Kendi trajedilerinden sarhoş olmalarından ziyade, bu gerçekten trajik bir sahneydi.
"Hey, sen. Bunu unuttunuz. Alın bunu," diye seslendim onlara, bavullarını uzatarak.
"Hanımefendi, siz misiniz?"
"Bu doğru."
"Hum, çok özür dileriz..."
"Özür dilemelerini beklemiyorum."
Belki de onlara biraz para vermeliydim, ama ne yazık ki hiçbir şeyim yoktu, bu yüzden düğün hediyesi olarak aldığım güzel oymalı saç süsünü ve kıyafetlerimdeki takıları onlara verdim. Güzel düğmeleri de kopardım. Onları satarlarsa bir nebze de olsa yol masraflarını çıkarabilirlerdi.
İkisi de şoktaydı.
"Bu gerçekten sizsiniz, değil mi hanımefendi?"
"Aynı şeyi tekrar tekrar sormayın."
"Bunu neden yapıyorsunuz?" diye sordular, ben de omuz silktim.
"İhtiyacınız olacağını düşündüm."
"Evinizde affedilemez bir şey yapmış olmamıza rağmen mi?"
"Elbette yaptınız. Yine de, birini kovmanın bu tehlikeli yolu... acımasızca."
"Ama-"
"Kimseyi öldürmüş değilsin, o yüzden en azından eşyalarını vermek zorundayım. Kocamın yerine özür dilerim" dedim açıkça ama adam epey ağlıyordu.
Aslında bir sebep daha vardı. Evet, ey dertli gençler. Sizi kurtarmamın başka bir nedeni daha vardı.
Bunu neden yaptım? Şey...
--Çünkü kimse beni kurtarmayacak.
Muhtemelen kimse bilmiyordu ama ben her zaman birinin beni kurtarmasını istedim. Söyleyemezler miydi? Gerçek buydu. Hep kurtarılmak istedim. Kurtarılmaya ihtiyacım vardı. Yoksa günün birinde kendimi asabilirdim. Bu olmadan önce birinin beni kurtarmasını istedim.
--Biri beni kurtarsın. Biri beni kurtarsın. Biri beni kurtarsın.
Yalnızdım, çaresizdim ve ölecekmişim gibi hissediyordum. Ama kimse bana yardım etmeyecekti.
Bu karanlık yolda elimi tutacak kimsem yoktu.
Bu nedenle, kimsenin benim için yapmayacağı şeyleri başkaları için yapacaktım. Hepsini. Benim mantığım buydu. Tanrı'dan intikamım.
Bunu uzun zamandır yapıyordum. Geçmişte, küçük bir kızı aldım. Onu kız kardeşim yaptım.
Bunu yüksek sesle söylemeye cesaret edemiyordum ama zihnimde şamata yapıyordum. Aptal aşıklara yardım eli uzatmak, tam da yoksulluğu bildiğim için verebileceğim bir cesaretti.
"Gidecek bir yerin var mı?"
"Onu yanımda memleketime götürmeyi düşünüyorum."
"Peki ya tren biletleri?"
"Bize verdiklerini satarsak... muhtemelen..."
"Para dönüştürücüler insanlardan faydalanır, bu yüzden fiyatın ne olduğunu sorarak satamazsınız. Dinleyin. Onu koruyacaksın. Eğer biri sana saldırırsa, ne kadar korkutucu olursa olsun, bu kıza sırtını dönme."
"Madam, siz nesiniz?" diye sordu dehşetle ve ben karanlığın içinde alay ettim.
"Ben Isabella York. Ama artık farklı bir soyadım var."
Her türlü şeyden konuştuk ve bu sondu, bu yüzden bu ikisinin memleketine sağ salim ulaşıp ulaşmadığını merak ettim.
-Nemli rüzgar, yağmur.
Bugün malikâneye güneş doğdu.
Amy Bartlett Isabella York oldu, Isabella başka bir soyadı aldı ve doğduğumdan bu yana epeyce değiştikten sonra şimdiki halime geldim. Ama hiç değişmeyen bir şey vardı. Bronşlarımın her zamanki gibi zayıf olduğu gerçeği.
Tedavi görürken cennet ve cehennem hakkında düşünürdüm. Aslında farklı yerler ama alışınca benzer gelebilir. Tabii ki ikisine verilen sıfatlar ve bakış açıları tamamen zıt. Ama demek istediğim şu ki, bir şeye alıştığınızda düşünce tarzınız uyuşacak ve sonunda onu kabulleneceksiniz.
Bu dirençtir. İnsanoğluna bahşedilen yeteneklerden biri. Hem de harika bir yetenek.
Bunu neden düşündüğüme gelince, malikânenin doktoru bana bir öğüt verdi de ondan.
"Leydi Isabella, lütfen çok fazla ilaç almamaya dikkat edin."
Bana her zaman bronşiyal ilaç veren doktor bana ilaç direncinden bahsetti. Görünüşe göre, bir kişi aynı ilacı almaya devam ederse, vücudu ona alışıyor ve ilaç çok iyi çalışmamaya başlıyordu. Bana aşırı doz almamam gerektiğini ve kendimi iyi hissettiğim zamanlarda bile sırf endişelendiğim için sürekli ilaç içmemin kötü olduğunu söyledi. Utançtan doktorun gözlerinin içine bakamıyordum, bu yüzden sürekli kazağının tüylerine bakıyordum.
"Buna bağımlı hale gelmemelisiniz." Kulaklarımı acıtan kelimeler gelmeye devam etti. "Vücudunuzu iyileştirebilecek tek kişi sizsiniz ve ilaçlar bunun için yardımdan başka bir şey değildir. Akciğer hastalığı olan insanların depresyona girmesi yaygındır..."
-Sus; sessiz ol.
"Dışarı çıkın, yürüyüşe çıkın ya da birinin salon partisine katılın, Leydi Isabella. Bütün gün evde olmak sağlıksız."
--Hiçbir şey bilmiyorsun. Hiçbir şey bilmiyorsun.
"Çoktan mezun oldunuz ve iyi bir evli kadın oldunuz, bu yüzden sosyal statünüzü kullanarak etrafta dolaşmak size iyi gelecektir."
--Saçma sapan konuşma. Bu beden her zaman bir hapishane olacak.
"Böyle devam edersen, uzun yaşayamazsın."
--Uzun yaşamak istediğimi kim söyledi?
Uzun bir hayat yaşamak istediğimi kim söyledi? Bunu bir kez bile söylemedim. Biri bana hemen şimdi ölmemi söyleseydi, sonunda ağlardım.
Doktor yanlış bir şey yapmamıştı ama yine de içimden ona küfrediyordum çünkü öfkemi çıkaracak başka kimsem yoktu. Bu durum davranışlarıma da yansımış olabilir. Bunun için çok üzgündüm.
Özür de dahil olmak üzere doktora minnettarlığımı göstermek için onu uğurlamak üzere dışarı çıktım.
Bir süredir ilk kez malikânenin dışına çıkıyordum. Bahçıvan artık yoktu ve kocam bana saldırmaya çalışmıştı, bu yüzden pek çok şeyden biraz fazla rahatsızdım ve malikaneden dışarı tek bir adım bile atamadım.
Doktorun arabaya binişini izledikten sonra hemen konağa geri döndüm ama bir an için uzakta Violet'inkine benzeyen sarı saçlı birini gördüm ve olduğum yerde durdum.
Gerçekten de sadece bir saniyeliğine o kişinin ona benzediğini hissettim ve büyü kısa sürede kayboldu. Daha yakından baktığımda bir erkek olduğunu gördüm ve sırf saçları sarı diye bu kadar orantısız tepki verdiğim için kendime kıs kıs güldüm.
-Sessiz esinti, soğuk ve sıcak hava.
Gün boyunca güneşlenmemenin vücut için kötü olduğu söylenmişti, bu yüzden dışarı çıkmaya karar verdim çünkü yapabileceğim başka bir şey yoktu. Ama buralarda yaşayan insanların beni görmesini istemiyordum. Yüzümü bir şemsiyenin altına saklayarak, mevsim çiçeklerini ve doğal yeşilliği görmek için çok popüler olmayan yerlere gittim. Sadece malikanedeyken depresif hissediyordum, bu yüzden bu benim için işleri biraz daha iyi hale getirdi.
Rüzgâr ne zaman gümbür gümbür esse şemsiye neredeyse uçup gidiyordu. Rüzgâr beni de alıp götüremez miydi? Hayatımı kaybedersem kimse üzülmez.
Bir yerlere kaybolmak istiyorum.
-Kalın hava, ılık sıcaklık.
Bunca zamandır doktorun bana bir süre önce bahsettiği "direnç" hakkında düşünüyordum.
Dirençleri olmadığında insanlara ne olur? Kışın soğuktan ölürler, yazın da sıcaktan ölürler. En küçük bir hastalıktan ya da küçük bir yaralanmadan bile ölebilirler.
Demek istediğim direnç, insanların her türlü yaşam ortamında hayatta kalabilmeleri için sahip oldukları bir yetenek olmalı.
Mutluluk da mutsuzluk da günlük yaşamın bir parçası olduğunda sıradanlaşır. Direnciniz yoksa tahammül edemeyeceğiniz pek çok şey vardır. Ve aynı zamanda, direnciniz olduğunda, her türlü şeye karşı duyarsızlaşırsınız.
Geçmişte, her gün aldığım şeylerle yalnızca üzgün ya da mutlu olabiliyordum. Dünyanın size verdiği acı günlük yaşamınız haline geldiğinde, bunun değiştirilemeyeceğini düşünmeye başlıyorsunuz. Belki mutluluk için de aynı şey geçerlidir. Harika bir gün günlük hayatınız haline geldiğinde, normal bir güne dönüşür.
Birinden ayrıldığınızda, sonunda anlıyorsunuz. "Aah, demek acınacak haldeydim?" ya da "Aah, demek kutsanmıştım?" gibi şeyler.
Olayları objektif bir bakış açısıyla görebildiğinizde, sonunda farkına varırsınız. Bu, kargaşa içindeyken söyleyemeyeceğiniz bir şeydir. Çünkü buna karşı bir direnciniz var. Bu nedenle, Isabella York olduktan ve daha sonra York isminden çıkarılıp başka bir ailenin madamı olduktan sonra farkına vardım.
"Aah, o günlerin yeri doldurulamazdı."
Hayatım muhtemelen bu malikanede sona erecek, ancak son anlarımda gözümün önünden geçecek olsa, hatırlayacağım yer burası olmazdı. En sevdiğim küçük kız kardeşimi ve ilk aşkımı ilan ettiğim kadını hatırlardım.
Küçük kız kardeşimle sebze artıklarından başka bir şey içermeyen bir çorbayı paylaşmayı, soğuk günlerde onunla kollarımda uyumayı ve sadece tutarsız kelimelerle konuşabilen kız kardeşimin bana "Abla" demesini anımsardım. Sadece bu tür şeyler. Bir de akademinin balosunda gelmiş geçmiş en güzel kızla dans ettiğimi. Hepsi bu kadar.
O zamanlar, o günler, son derece şanslıydım. Onları kaybetmemin üzerinden çok zaman geçmesine rağmen bunu şimdi fark ediyorum.
Her neyse, son zamanlarda çok zorlanıyorum. Direncimin zayıfladığını hissediyorum. Üzüntüye karşı direncim yani. Zayıflıyor. Her şey acı verici. Boğucu.
Yardım istiyorum. İnsanlar bu kadar yalnızlıkla yaşar mı?
Hüzne alışkın olmam gerekiyordu, değil mi? Ve yalnız olmaya.
Annem öldüğünde. Taylor'ın gitmesine izin vermek zorunda kaldığımda. Hoşlandığım kıza el salladığımda. Tüm bu zamanlarda üzgündüm.
Buna alışkınsın, değil mi? Buna katlan.
Bana biraz direnç ver, Tanrım.
Duygusuz olmak istiyorum. Duygulara ihtiyacım yok.
Yalnız olsam bile yaşamaya devam etmem için bana direnç ver. Aksi takdirde, Tanrım, en azından Taylor'ın mutlu olduğunu söyle.
Sadece bu haberlerle ölene kadar elimden geleni yapabilirim.
--Çok zor, çok üzgünüm.
Bugün yağmurluydu.
--Yalnızım.
Bugün güneşliydi.
--Çok ama çok sıkıldım.
Bugün bulutluydu.
--Öksürüklerim çok kötü ve kan geliyor.
Bugün güneşliydi.
--Kimse bana dokunmasın, kimse bana dokunmasın.
Bugün güneşli ve ara sıra yağmurluydu.
--Artık sabah oldu.
İçimde de sabah oldu.
--Öğlen olmayacak.
Bugün yağmurluydu.
--Benim de içime yağmur yağdı.
Bugün... Bugün... Bugün...
--Peki ya yarın?
Yarın ve yarından sonra. Ertesi gün ve ondan sonraki gün.
Sonsuza dek yalnız kalacaktım, değil mi?
Hiç iyi bir şey olmadı. Güneşin ışığı üzerimde hiç parlamadı. Sabah sadece devam etti. Öğlen gelmeyecekse bunun hiçbir anlamı yoktu.
Neden yaşıyordum ki?
Eğer sadece hayallerimi düşündüğüm sabahlar yaşayacaksam, o zaman anlamsızdı. Eğer hiç güzel anlar yaşamayacaksam, hayatta olma amacım neydi? Hayatta olmayı istememin nedeni neydi? Hangi manzaraları görmek istiyordum?
Sanki bir rüya görüyormuşum gibi, bugün, yarın, sonsuza dek. Sonsuza kadar. Sonsuza kadar. Sonsuza dek.
Öğle vakti gelmeyecekti, değil mi?
-Ilık rüzgarlı, güneşli bir gün.
Bir mektup geldi.
Uzun zamandır ilk defa günlüğüme düzgünce yazıyorum.
O muhteşem genç adam. Violet gibi sarı saçlı ve mavi gözlü olan. Bana Taylor'dan bir mektup getirmiş. Violet'in çalıştığı CH Posta Şirketi'nden bir postacı. Violet bunca zaman bana mektup göndermedi ama beni ve kız kardeşimi hatırladı ve önemsedi!
Duyduğuma göre o kız yetimhaneden tek başına kaçmış. Ne büyük sürpriz. Böyle bir şeyi yapabilecek kadar büyümüş bile. Bu pervasızlığı kime çekmiş acaba? Sanırım ben olmalıyım.
Ben ne yaparım? Ne mi yapacağım? Beni aradığı için zaten mutluyum.
Yine de bana bir mektup gönderdi. Beni görmek istiyor. Hayatımda bu kadar harika bir şey olacağını düşünmek - aah, ne yapacağım? Bunu yazarken ağlıyorum. Her tarafa gözyaşı lekeleri sıçramış.
Bir gün yetişkin olduğunda beni görmeye gelip gelmeyeceğini merak ediyorum.
Sanki şu ana kadar zaman durmuş gibi hissediyorum. Demek iyi şeyler de oluyor. Sadece her gün direniyordum, sabırlı ve kararlıydım.
Kalbim patlamıştı ve kendimi öylece bir kenara atmak üzereydim. Aah, aah, ama...
Eğer yaşarsam, öğlenin geleceği günler olacak, değil mi Taylor?
Zamanla hem dünya hem de ben yaşlanacaktık.
Etrafıma sadece soğuk bir bakışla bakan görüş alanımın rengi değişecek ve yavaş yavaş benim için önemli olan şeylerin sayısı artarken, ihtiyacım olmayan şeylerin sayısı da artacaktı. Yine de hepsini omuzlar ve yaşardım. Yaşayacak, yaşayacak ve yaşayacaktım.
Hayatım boyunca böyle günlerim olacaktı.
Artık beni çok iyi tanıyan ve şirketinde kilit bir pozisyona sahip olan sarışın, mavi gözlü "mutluluk dağıtıcısına" göre, bugün onun bağımsızlığını kazanacağı gündü. Özellikle bana tahsis edilen teslimatların ona emanet edilmesi onun emriydi.
Bunun için minnettardım. Ona bir ömür boyu borçlu kalacaktım. Bir gün ona borcumu ödeyebilirsem harika olurdu.
Bu haberleri aldığımdan beri yerimde duramıyordum, bu yüzden sabahtan beri dışarıdaydım.
Huzurlu bir bahar gününün sabahıydı. Hâlâ biraz serin. Omuzlarımda bir şal, titriyordum.
Konağın arka tarafında kaderimi bekliyordum.
--Menekşe çiçeğimden başka, sonsuza dek beklemek istediğim tek kişi sensin.
Bir süre sonra, değişmeyen doğal manzaranın ortasında, senin güzelce değişmiş figürünü görebiliyordum. Bir motosiklete binmiş, gösterişli bir şekilde ortaya çıkmıştın.
--Ama sen çok güzelleşmişsin. Güçlü büyümüşsün. Bunu duymuştum. Kasabaların isimlerini bile ezberleyemiyormuşsun. Ve şimdi bile, el yazın berbat olduğu için azar işitiyorsun. Yemekten hoşlanmadığın sebzelerden kaçınma alışkanlığını düzeltmedin, değil mi? Hoşlandığın biri var mı? Arkadaşlarınla gittiğin geziyi duydum. Böyle aceleyle koşarak gelme. Kaçmayacağım. Buradan kaçmayacağım. O yüzden sorun yok. Sakince yürüyebilirsin. Gerçekten, beni görmek için buraya kadar geldiğin için teşekkür ederim. Bunca zamandır bekliyordum.
Güneş gibi bir gülümsemeyle, "İşte postanız, Bayan..." dedi, neredeyse "Isabella" diyecekti, başını salladı ve kendini düzeltti, "İşte postanız, Leydi Amy Bartlett."
Ellerim titreyerek, teslim almak için imzamı attım. Yazarken, beklendiği gibi, ağladım.
"Ağlamamalısın, abla."
Tatlı sesi kulaklarımı gıdıkladı. İkimiz de aynı anda birbirimizin ellerini tuttuk.
"Evet ama iyi olmana o kadar sevindim ki..."
--Tanrım.
"Şu andan itibaren, bu bölgeden hep ben sorumlu olacağım. Sonsuza dek senin için özel olacağım, abla."
--Sana hep kızdım ve lanetledim.
"Evet, evet."
--Ama bugünlük, teşekkür etmeme izin verin. Tanrım, ben...
"Taylor, bilirsin..."
--...Biraz daha yaşamaya çalışacağım. Çünkü bu kızın yaşadığı dünyaya değer veriyorum.