Valerien Bölüm 1
Üst insanlar insan gelişiminin bir üst seviyesidir. Zamanında önemli bir adamın, güç arzusuyla aradığı bu tutku onun elinde patlamış, fakat başka insanları etkileyebilmişti.
Kendisi üst insan olamasa bile geriye gelişmeye devam etmeye yetecek kadar üst insan kalmıştı. Üst insanlar normal insanlara nazaran duygusal olarak daha sağlam bir iradeye sahipti. Fiziksel olarak bir insanı tek bir yumruğu ile bile öldürebilecek güce sahiptirler. Zeka konusu tartışılamazdı bile. Aynı zamanda bu üst insanları bile birbirinden ayıran bircok çesit teknik bulunmaktaydı. Tekniklerin oluşumu ise insanların üst insan seviyesine ulaşmasıyla beraber her insanin vucudunda saklı olan Qi (enerji) yi kontrol etmeyi öğrenerek bazı teknikler elde etmiştirler.
Üst insanlar zamanla beraber birbirlerinden ayrılmış ve kendi ailelerini kurmuşlardır.
Ran ailesi.
Valerien ailesi.
Falcon ailesi.
Exesa ailesi.
Callidus ailesi.
Silentium ailesi.
Stella ailesi.
Tenebris ailesi.
Xavier ailesi.
Elgar ailesi.
Oluşan 10 aile yıllar boyunca kendi koydukları kurallarla barış içinde yaşamışlardır.
En önemli kural ise herhangi bir aileye mensub olanlar kendi aralarında savasamazlardı. Eğer bir aile başka bir aileden bir bireyi öldürürse acil bi toplantı verilip, öldüren ailenin tamamının infaz edilmesine karar kılınır. Bu kural uzun zamandır böyleydi ve böyle devam ediyordu.
Aileler arasında en dikkat çeken aile kuşkusuz Ran ailesiydi. Bunun sebebi ise diğer ailelerden oldukça güçlü olmalarıydı. Bunun sebebi ise ilk üst insanın soyundan geliyor olmalarıdır.
Ran ailesinin lideri Paul Ran gizemli bir şekilde ortadan kaybolmuş ve bu yoklukla beraber kuşkusuz ailenin en güçlüsü, Paul’un oğlu Lonalion Ran aileye liderlik etmeye başlamıştı.
Lonalion diğer insanlara kıyasla çok daha güçlüydü belki de en güçlü oydu. Lonalion’un sarsılmaz bir karakteri vardı. Zayıflara iyi davranırken güçlülerin kibirli olduğunu düşünürdü. Kendisi de bu güçlülerden olsa bile fikri değişmedi. Kurallar ile yıkılmayan üst insanlar normal insanların sürekli düştüğü o tuzağa düşmeye çok yakındı.
Güçlünün hakim olduğu bir dünya hayali.
Gece 21:00 sularında Valerien ailesinin konağında hareketlilik başlamıştı.Valerien ailesinin lideri normalde Gerald Valerien’di lakin Paul ile aynı şekilde ortadan kaybolması ile ailenin başına en büyük oğlu Matthew geçmişti. Matthew 19 yaşında olmasına rağmen lider olmasına karşı çıkan aile büyükleri de olmuştu fakat Matthew çok geçmeden bu tepkilerin azalmasını sağlamıştı.
Gerald’in 2 ayrı kadından 3 oğlu olmuştu. En büyükleri olan Matthew güçlü olmasıyla değil, çok zeki olmasıyla bilinirdi. Ortanca çocuk Marko ailenin en potansiyelli bireylerinden olarak görülmekteydi. Aşırı güçlü olması onu iyi bir silah yapıyordu. En küçük çocuk Nathan potansiyel olarak hem Marko hem de Matthew den çok daha iyiydi, aynı zamanda Gerald’ın varisiydi.
Gerald ortadan kaybolunca Nathan’da ortadan kayboldu ve bu sebeple ailenin lideri Matthew oldu. O zamanlar Nathan’ın ortadan kaybolmasının babasıyla bir bağlantısı olduğu düşünülüyordu.
Matthew o gece ailenin önemli üyelerini toplantı yapmak için toplantı salonuna davet etti. Toplantı odasının camından ayı izliyordu Kyle Valerien. Kyle Valerien ailesinin güçlü üyelerinden biriydi. Aileyle bir kan bağının bulunmamasına rağmen Gerald’ın Stella ailesiyle gerçekleştirdiği özel bir anlaşma sayesinde Valerien ailesine katılmıştı.
Kyle, Matthew’in konuşmasına başlamasını beklerken ayı izlemeye devam etti. Odanın kapısı açıldı ve içeri Gwar Valerien ve oğlu Steve Valerien girdi. Gwar Valerien 40 yaşında aktif ailenin en büyüğüydü. Aynı zamanda Gerald’in kardeşiydi.
Steve Valerien ise 18 yaşında güçlü olduğu bilinen fakat çok göz önünde bulunmayan bir çocuktu.
Samuel Valerien ise onlardan hemen sonra içeri girmişti. Samuel ise 19 yaşında, Gwar ile yakınlığı ile bilinirdi. Kendisinin Valerien ailesi ile bir kan bağı bulunmamaktaydı. Kendisi zamanında Elgar ailesinden anlaşma ile alınan çocuklardan biriydi.
Steve içeri girer girmez Kyle’in yanına gitti.
—Hâlâ ayı izlemeyi seviyorsun ha?
Kyle aniden kafasını Steve’e çevirdi. Steve’i görünce gülümsedi.
—Geldiğini farketmedim.
Kyle ardından kafasını tekrardan cama çevirdi ve Steve’in sorusuna;
—Aslına bakarsan ayı izlemekten hoşlanmıyorum ama yıldızları saymak beni rahatlatıyor, diyerek cevap verdi.
Steve kafasını sallayarak onayladı.
—Peki neden toplandığımızı biliyor musun?
Kyle ise elini iki yana açıp, gülümsedi.
—Hiçbir fikrim yok!
Samuel konuya kulak misafiri olup aniden dahil oldu.
—Hâlâ kimi bekliyoruz?
Marko ve Matthew tam o anda içeri girdiler. Matthew gözlüklü, siyah saçlarını özenle ayırmış, uzun boylu bir adamdı.
Marko ise kısa dağınık siyah saçlı, umursamaz bir çocuktu.
Matthew kürsünün başına doğru yürümeye başladı. Marko ise hemen duvara yaşlandı ve beklemeye başladı.
Gwar;
—Lowell hâlâ gelmedi mi, diye sordu Marko’ya.
O an odanın en köşesinden bir ses geldi.
—Buraya ilk ben geldim zaten.
Gwar kafasını çevirdi ve odanın en köşesinde, ışığın vuramadığı köşede oturan Lowell’i gördü.
—Silentum Ailesi böyle oluyor demek ki.
Lowell, Silentum ailesinden gelen bir aile üyesiydi. 25 yaşında ve oldukça kibirli biriydi.
Matthew;
—Hepimiz toplandiysak toplantıya başlayalım, dedi.
Herkes dikkatini Matthew’e verdi.
Matthew o gün tarihe geçecek bir toplantıya başladı. Konuşmanın ana bir başlığı vardı. Ve Matthew konuyu hiç uzatmadan, direkt dile getirdi..
“Lonalion Ran’ı öldüreceğiz!”
Bu sözü duyan herkes oldukça şaşırdı. İlk tepkiyi anında şiddetle Gwar verdi.
—Ne saçmalıyorsun sen?!
Steve, Kyle’a baktı ve Kyle’ın korkusunun yüzüne vurduğunu net bir şekilde farketti. Kyle gibi birinin bile korkusunu göstermesi Steve’i de bir hayli korkuttu.
Lowell haber ile oturduğu koltuktan ayağa kalktı.
—Bu sadece kuralı bozmak değil. Aynı zamanda intihar. Ölen biz olacağız.
Marko gergin bir şekilde;
—Ne demek istiyorsun sen, diye sordu. Bu sorunun ardında bir sitem de vardı.
Lowell gülümsedi.
—Gayet açık değil mi? Lonalion sizi öldürecek.
Marko’nun sinirlenmeye başladığını farkeden Matthew duruma el attı.
—Doğru şeyi yapıyoruz. Bazen doğru şeyi yapmak için yanlış yollara sapmamız gerekir.
Gwar aniden sinirlenerek;
—Kuralı bozarak nasıl doğru şeyi yaptığını söyleyebilirsin, diye sordu.
—Lonalion şuan açık ara en güçlü üst insanlardan biri ve gücü her jenerasyonda daha da artıyor. Eğer bir çocuğu olursa tüm üst insanlara hükmedebilir.
Kyle;
— Lonalion tanıdığım kadarıyla öyle birşey yapmaz, dedi.
Marko;
—Yapmaya zorlanıyor. Ran ailesi üyeleri onu bunun için zorluyor. En sonunda bu yaşanacak.
Gwar;
— Tüm bunları nerden biliyorsunuz, diye sordu.
Matthew ise;
—Veronica sayesinde, dedi.
Bunu duyan Gwar oldukça şaşırdı.
Veronica, Gwar’ın kızıdıydı ve Gwar onun bu işin içinde olmasını beklemiyordu.
Gwar sinirle;
—Kızımı benden habersiz bu işin içine mi kattın, diye sordu.
—Endişelenme Gwar onun güvenliğini garanti ediyorum.
Lowell;
—Peki plan ne dahi, diye sordu.
Matthew gülümsedi.
—Endişelenmeyin, aileyi tam anlamıyla bu savaşın içine sokmayacağım. Olabildiğince az kişiyle başarıya ulaşacağız. Bu sebeple yalnızca Steve’in yardımına ihtiyacım var.
Steve bunu duyunca çok şaşırdı.
—Neden ben?
Gwar birden öne atıldı.
—Kızımı alman yetmedi, bide oğlumu intihar görevine göndermene izin mi vereceğim yani!?
Gwar oldukça sinirliydi. Konu ailesi olunca düşünmeyen adamlardandı o.
Matthew’in yüzünden bıkkınlık ifadesi okunuyordu, gözlerini Gwar’ın üzerine dikerek;
—Bu kadar zayıfça davranmak yetmedi mi, diye sordu. Gwar cevap veremedi.
Bunun üstüne Matthew;
—Tüm günümü burada seni ikna etmeye çalışarak mı harcamam gerekiyor?
Gwar şaşkın bir ifadeyle Matthew’e bakmaya devam etti.
—Olay basit. Lider benim ve burada benim dediğim olur!
Gwar başını mahçupiyet ile eğdi ve hareketlerinin kendisine yakışmadığını fark etti. Bunlar üst insanlara yakışmazdı.
Gwar kafasını Steve’e çevirdi ve kararlı bir ifadeyle;
—Lidere ve sana güveniyorum Steve... Lonalion’u öldür, dedi.
Bunu üzerine Marko tebessüm etti, Lowell ise inandırıcı olmayan bir kahkaha patlattı.
—Yeniden ihtimaller üzerine yoğunlaşıp radikal kararlar alıyoruz! Size küçük fantazinizde başarılar. Ölmeden gel Marko.
Marko;
—Ben ve ölüm mü hahaha! Yan yana getirmeyi dahi hayal edemiyorum, dedi gülümseyerek.
Matthew;
—O zaman toplantıyı sona erdiriyoruz. Gidin ve güzel bir uyku çekin biz ise bu işi sonlandıralım, dedi.
Valerien ailesinde toplantı sona erdi ve Marko ile Steve ormanın derinliklerine doğru yol aldılar. Steve’in kafası oldukça dağılmış olmasına rağmen Lonalion’u öldürmek istiyordu. Babasının ona güvenini boşa çıkarmak istemiyordu.
Marko, Steve’e döndü.
—Bu kadar özgüvenli olmanı anlıyorum fakat tedbiri elden bırakmamamız gerekiyor.
Marko ve Steve ormanda belirsiz bir yere doğru yürürken Steve merakını gizleyemiyordu.
Steve sorularını sormaya başladı.
—Nereye gidiyoruz?
—Ablan ile buluşmaya gidiyoruz.
—Ablam mı? Benim ondan daha büyük olduğumu biliyorsun! Hem onunla bu işin ne ilgisi var?
—Yalnızca bilgi sağlıyor. Endişe etmene gerek yok.
—Nasıl kendinden bu kadar emin olabiliyorsun?
—Lonalion’dan daha güçlüyüm.
Steve bu söze çok ınanmamıştı.
—Okuldaki fiziksel testte seni dövdüğünü söylüyorlar.
—Fiziksel test ile şu an ki farklar çok farklı.
—Sana güvenmeli miyim?
—Kendine güvenmelisin.
Marko ile Steve sohbet ederek sonunda Veronica ile buluşma noktasına ulaştı. Veronica uzakta bir ağaca yaslanmıştı. Üzerinde kırmızı deri bir ceket vardı. Siyah parlak saçları omuzlarına uzanmış, tamamen gösterişli ama bunun yanında biraz da özgüvensizliği de vardı.
Veronica;
—Hâlâ plana bağlı kalıyoruz değil mi Marko, diye sordu.
—Her şey yolunda ve plana devam ediyoruz.
Veronica gülümseyerek Steve’e baktı.
—Küçük kardeşim benimle gel, dedi alaycı bir tavırla.
Steve, Veronica’yı takip etmeye başladı.
—Görevdeyiz diye bu küstahlığını görmezden geliyorum.
Marko geride tek başına kaldı ve planını düşündü.
Veronica; Steve’i, Lonalion’u öldürmeyi planladıkları mekâna götürüyordu. Marko da oraya gidecekti fakat gitmeden önce yapması gereken bir şey vardı.
Marko ve Lonalion birbirini yakından tanıyan iki arkadaştı nasıl olsa okulun en güçlü iki kişisi onlardı. Üst insanlar okul sistemini kendilerine göre tasarlamış ve uygulamaya başlamıştı. Gerçek dersler dışında kendi tekniklerini ve doğayı anlamak ile ilgili dersler görüyorlardı.
Marko ve Lonalion birbirlerini tanımalarına rağmen asla birbirlerinden haz etmezlerdi. Marko, Lonalion’u kibirli bulurdu, Lonalion ise aynı şekilde Marko’yu. Marko için bu görev büyük bir önem arz ediyordu. Bu yaşta ailenin en güçlüsü olması ondaki büyük potansiyelin kırıntılarıydı sadece ve Marko da bunun farkındaydı. Gelişmek için atması gereken ilk adım, en güçlüyü öldürmekti.
Marko siyah bir palto giymiş, saçları rüzgarda dalgalanıyordu. Ormanın derinliklerine doğru yürüyen Marko kanat çırpma seslerinin geldiği yerde durdu. Sesler yerdeki tuzağın içinden geliyordu. Marko tuzağa eğildi ve hızlıca kaldırıp içindeki kıvranan kargayı elleriyle kavradı. Karganın kanatlarını bir ip yardımı ile karganın vücuduna bağladı. Karganın ayaklarını tek hamle ile kırdı ve acıyla inleyen karganın gagasını tutup boğazına kadar yeşil yapraklı bir bitkiyi ittirdi. Ardından kargayı paltosunun cebine atıp ayağa kalktı.
Ayağa kalkan Marko, Steve ile buluşma noktalarına doğru yürümeye başladı ve sürekli mırıldanıyordu.
—Seni öldüreceğim Lonalion!
Öfke ile köpürüyordu Marko. Bu öfkenin ona yardımcı olacağı düşüncesiyle kendisine daha da güveniyordu.
Steve ile Veronica diğer bölgelerden görünürde hiçbir farkı olmayan bir bölgeye geldi.
Veronica;
—Geldik, dedi.
Steve etrafına bakıyordu ve aynı zamanda gerginliğini de gizleyemiyordu.
—Ormanın ortasında mı onu öldüreceğiz?
—Planı çok sorgulama. O zaman bi kusur bulup kafanı karıştırabilirsin. Şuan da kafanın karışması bizim en son ihtiyacımız olan şey.
—Üstlerimin planladığı şeyleri sorgulayacak kadar küstah değilim, sadece ne yapmam gerektiğini merak ediyorum.
—Çalıların içine saklan sadece. Marko geldiğinde o planı anlatacaktır.
Steve ise kafasını sallayıp;
—Hay hay Veronica, dedi ve çalıların içine yöneldi.
—Kendine dikkat et Steve.
Ortam birazcık daha yumuşamıştı.
—Merak etme abisiz büyümene izin vermeyeceğim.
Dedi gülümseyerek.
Veronica güldü ve arkasını dönüp o ortamdan uzaklaştı.
Steve sürekli düşünüyordu. Lonalion ile karşılaştığı zaman onun karşısında ayakta durabilir miydi? Söylenene göre onunla kavgaya girip hemen düşmeyen tek kişi Marko’ydu. Genelde bir ila iki yumrukta rakiplerini yere indiren bir canavara karşı ne yapabileceğini merak ediyordu. Bu savaş Steve için önemli bir sınavdı.
Steve bunları düşünürken Marko, Steve’e hiç farkettirmeden çalının içine girdi.
—Çok odaklanmış görünüyorsun Steve.
Steve korkup dengesini kaybedip yere düştü.
—Ya da beni fark edemeyecek kadar dalgın görünüyorsun mu demeliyim?
Steve toparlandı ve tekrardan çalının içine girdi.
—Ne yapıyoruz?
—Yalnızca bekleyeceğiz.
—Lonalion buraya mı gelecek?
—Gelmeli.
Steve biraz daha etrafa bakındı. Fakat hiçbir hareket yoktu.
—Peki planımız ne? Yalnızca yumruk yumruğa savaşacak mıyız?
Marko paltosunun cebindeki kanatları bağlı, ayakları kırık, ses çıkaramayacak kadar yorgun düşen kargayı çıkardı.
—Bu kuşun hali de ne böyle? Ne yaptın buna?
—Bazı ailelerin bazı hayvanlara karşı ekstra ilgi duyduğunu biliyor muydun?
Steve bir anda aydınlandı.
—Herşeyi anladım planı anlatmana gerek dahi yok, sana ayak uyduracağım.
Marko bunu duyunca sevindi ve beklemeye başladı.
Bazı aileler bu evrim sürecinde bazı hayvanların kanlarına karşı çok hassaslaştılar. Kanlar onların dopingi oldu. Hayvanı gördüklerinde vücutları o hayvanın kanına ihtiyacı olduğuna karar veriyor ve bedenleri istekleri dışında o hayvanların kanını içmeye ihtiyacı olduğunu düşündürüyor.
Ran ailesi ise karga kanına karşı çok hassastı.
Marko ve Steve beklemeye devam ederken Marko bi anda kargayı tutup havaya fırlattı.
Steve hızlıca Marko’ya döndü.
—Ne oldu?!
—Geldi!
Karga, Marko’nun gücü sayesinde uçarken bi anda Lonalion’un elleri arasında paramparça oldu.
Lonalion yere indi ve avcunun içindeki kargayı sıkarak kanını çıkartıp içmeye başladı.
Marko düşünmeye başladı: Bir üst insana onun dopingini verip onunla savaşmak ne kadar mantıksız gelse de bu durum farklı. “Öleceksin Lonalion!”
Marko çalıların içinden çıktı ve Lonalion’a yaklaştı;
—Kendini bugün nasıl hissediyorsun, diye sordu arkası dönük olan Lonalion’a.
Lonalion 1.90 boyunda beyaz, uzun ve dalgalı saçlara sahip o an; gözleri sert, keskin görünümlü olan bir adamdı. Henüz gençti. 19 yaşındaydı ve kendisine güveni tavandı.
Lonalion kafasını çevirdi ve ağzından kanlar aktığı görülüyordu. Elindeki parçalarına ayrılmış kargayı yere bıraktı.
—Burada ne yapıyorsun Marko?
Marko ise alaycı bir şekilde;
—Sadece geçiyordum. Hazır seni görmüşkem bir selam vereyim dedim, kötü mü ettim, dedi.
Lonalion koluyla ağzından akan kanı temizleyip;
—Peki arkadaşın neden saklanıyor, diye sordu.
Steve oldukça gergin hissediyordu. Şüphesiz bu gerginliği Lonalion heryerden farkedebilirdi. Lonalion, Steve’in beklediğinden çok farklı görünüyordu. Kötü bir adam yüzü yoktu.
—Sen bu kadar agresifken onun korkuyor olması gayet normal.
Lonalion kafasını kaşıdı ve;
—Benimle o kadar konuşmak istediğini bilmiyordum, dedi.
—Nasıl olsa biz arkadaşız.
Marko bu cevabı verdikten sonra büyük bir sessizlik oluştu. Ne Marko konuştu ne de Lonalion. Steve gerilim arttığını farkediyordu ve bu onu da geriyordu.
Lonalion;
—Konuşmak istediğini sanıyordum, dedi.
—Bir soru soracağım. Hiçbir zehrin etki etmediği tek üst insan kimdir?
—İlk üst insan. Bunu bildiğini sanıyordum.
Marko dalgacı tavırlarından vazgeçmedi.
—Ben senin kadar derslerime önem veren biri değildim. Beni bilgilendirdiğinden ötürü teşekkür ederim.
Lonalion düşünmeye devam ederken herşeyin farkına vardı. Gözleri faltaşı gibi açılan Lonalion, büyük bir şaşkınlıkla
—Gerçekten bunu yapıyor musun, diye sordu.
Marko gülümseyerek;
—Başka bir çarem yok. Bunu zorunda olduğumdan dolayı yapıyorum, dedi.
Lonalion kafasını yukarı kaldırdı ve yıldızlara baktı. Yıldızlar bugün sönüktü.
Lonalion tekrardan Marko’ya baktı. Yumruklarını sıktı, sağ ayağını bir adım öne çıkarıp pozisyon aldı.
—Peki, ilk kim geliyor?
Marko gülümsedi ve bir anda Lonalion’a doğru ileri atıldı. Marko hızlıca koşarken yumruğunu gerdi ve hızlıca Lonalion’a salladı. Lonalion gardını aldı ve yumruğu kolları ile blokladı. Marko’nun yumruğu Lonalion’un kolunu ezmişti fakat bir santim bile yerinden oynatamamıştı.
Lonalion hızlıca Marko’nun solundan Marko’nun omzuna doğru tekme attı fakat Marko bunu koluyla blokladı. Marko bloklar bloklamaz tekmenin kuvvetiyle savrulup yerde yuvarlanıp ağaca çarptı ve durdu.
“Bu adam bir canavar! Eğer kolumu tekmeyle benim arama koymasaydım şu anda bilincimi kaybetmiş olurdum. Bu tehlikeli olacak!” diye düşündü Marko.
Marko için ölümün kıyısında olmak bile ona zevk veriyordu. Nasıl olsa egosu ona galip çıkacağını söylüyordu.
Lonalion ise “İlk attığı yumruk hızının da verdiği güçle biraz zorluydu, ayrıca tekmemi bloklaması takdire şayan.” diye düşünüyordu.
Lonalion ezilen koluma baktı ve aşağı yukarı salladı. Sonrasında ise ağacın önünde ayağa kalkan Marko’ya çevirdi gözünü.
—Ne yazık ki bunu daha fazla uzatamam Marko!
Marko gülümsedi ve yumruğunu sıktı.
—Göster kendini canavar!
Diye haykırdı.
Lonalion gülümsedi.
Marko’nun, Lonalion’a “Canavar” diye hitap etmesi ikisi arasında normaldi. Bu “Canavarın” bir geçmişi de vardı. Marko onun insan bile olmadığını düşünüyordu. Marko okulda hep Lonalion’un gölgesinde kaldı ama bu tabii ki de Marko’nun güçsüz olup olmamasından kaynaklanmıyordu.
Marko tekrardan Lonalion’un üzerine doğru koştu. Marko Lonalion’u karşısına alıp seri yumruklar sallamaya başladı. Lonalion sakinliğini koruyarak Marko’nun yumrukları ile kendi bedeni arasına kolunu koyarak vuruşları blokluyordu.
Marko seri yumruklar atmaya devam ederken Lonalion Marko’nun karnının sağ alt bölgesindeki boşluğu gördü. Marko son yumruğunu attı ve Lonalion eğilerek yumruktan kaçtı ve Marko’nun karnının sağ alt bölgesine çok güçlü bir yumruk attı.
Marko bu yumruğu savunmazdı ve beklendiği gibi savunamadı. Marko yumruğu yer yemez dengesini kaybetti. Bunu gören Lonalion, Marko’nun o an savunmasız yüzünün tam ortasına yumruğu geçirdi.
Marko yumruğun kuvvetiyle toprakta yuvarlanırken çalıların da onu yavaşlatmasıyla yere yapıştı.
Lonalion acele etmesi gerektiğini biliyordu. “En azından panzehiri konakta bulabilirim.” diye düşünüyordu. O yüzden işini hızlıca bitirip gitmesi gerekiyordu.
Lonalion yerde yatan Marko’nun yanına gitti ve yanına eğilip;
—Bunu burada bitirelim. En azından ben senin gibi kuralı bozmak istemiyorum, dedi ve ayağa kalkıp uzaklaşmaya başladı.
Lonalion tam gitmek üzereyken ağacın üzerinden bir ses duydu:
—Sence de bir şey unutmadın mı?
Lonalion kafasını yukarı kaldırdı ve Steve’i bir dalın üzerinde otururken gördü. Steve gergindi fakat özgüvenini toplamıştı.
Lonalion derin bir iç çekti.
—Hadi aşağı in de şunu bitirelim.
Steve boş boş Lonalion’un suratına baktı ve ardından;
—Pekâlâ, dedi isteksizce
Steve bir anda Lonalion’un görüş açısından çıktı ve ardından Lonalion farkına bile varamadan arkasından sırtına yumruk yedi. Lonalion yumruğun kuvvetiyle yerde yuvarlandı fakat dengesini tekrardan kazanıp ayağa kalmayı başardı.
Lonalion “Marko’dan daha güçsüz ama tekniği daha iyi. Nereye, ne zaman vurması gerektiğini biliyor.” diye düşünüyordu. Lonalion elini beline götürdü ve belini sıvazladı ve acısını hissetti.
—Tekniğin iyiymiş.
—Daha hiçbir şey görmedin.
O sırada Marko tekrardan ayaklandı.
Steve hızlıca Lonalion’un üzerine koştu ve Lonalion’un kafasına yumruklar sallamaya başladı. Lonalion bu yumrukları çok rahatça engelliyordu.
Steve’e çok odaklanan Lonalion, Marko’nun bir anda çıkıp tüm gücüyle karnına attığı yumruğu önsezemedi.
Lonalion yumruğu yer yemez uçup bir ağaca çarptı.
Marko ile Steve birbirlerine baktılar.
Marko;
—Bundan sonrasında sadece bana ayak uydur, dedi.
Steve ise kafasını onaylar bir şekilde salladı.
Lonalion geri geldiğinde ağzından akan kan görünüyordu.
Marko
—Acaba bu kan tüm gücümle karnına vurup iç organlarını yaraladığımdan dolayı mı; yoksa zehirlendiğinden dolayı mı, Ne dersin Lonalion, diye sordu.
Marko gülüyordu ama Lonalion çok ciddi bir tavır almıştı.
Lonalion bir anda hızlanıp Steve’i yakasından tutup bir ağaca fırlattı. Lonalion o kadar hızlanmıştı ki Marko onun yanlarına gelip Steve’i aldığını bile farkedememişti.
Lonalion ardından Marko’ya döndü ve yumruklarını sallamaya başladı. Lonalion’un yumrukları o kadar hızlı ve kuvvetliydi ki elinle engellemeye çalışsan dahi elini bile kaybedebilirdin.
Marko yumrukları hem engelleyerek hem de yiyerek savunuyordu. Neredeyse sınırına ulaşan Marko’nun yardımına Steve geldi.
Steve yaralı olmasına rağmen Lonalion’u araya sıkıştırmıştı. Steve, Lonalion’un beline yumruğu geçirecekken Lonalion kafasını arkasına çevirdi ve Steve ile göz göze geldi.
—İkinci defa olmaz.
Lonalion hızlıca dönüp Steve’in yumruğunu tutup, Steve’i havaya kaldırıp etrafında çevirip Marko’nun üzerine fırlattı.
Yerde yuvarlanan Marko ile Steve’in aklında tek bir düşünce vardı.
“Başaramayacak mıyız?”
Marko gibi birisine bile bunu düşündüren adam Lonalion Ran’dı.