Isekai Boksör Bölüm 23
Canavarın vücudundan çıkan binlerce kol, müthiş bir hızla Lucian’ın üstüne doğru yağmaya başladı. Her bir kol füze gibi yere çakılıyor, çevreyi paramparça ediyordu. Kolların etrafa çarpmasıyla yükselen yoğun toz bulutları nefes almayı zorlaştırıyor, sanki boğuluyormuş gibi hissettiriyordu.
Lucian, devasa kolların arasından kaçarken diğerlerine bağırdı, sesi gergin ve kararlıydı: "Serenna, Arslan ile birlikte buradan olabildiğince uzaklaşın!"
Ancak bir anlık dikkati dağılmıştı. Kaçmaya çalışırken ayağı kaydı ve canavarın yere çakılan kollarının arasında sıkıştı. Gözleri dehşetle büyüdü; üzerine doğru hızla inen bir kol vardı ve kaçacak bir yer yoktu. Kalbi göğsünde çılgınca atıyordu, vücudu kıpırdayamıyordu.
Tam o anda Arslan, devasa kılıcıyla canavarın kolunu yararak Lucian’ın hayatını kurtardı. Canavarın kolları ikiye ayrılıp yere düştü, toprak bu darbeyle titredi.
“Sanırım emre itaatsizlik edeceğim,” dedi Arslan, yüzünde hafif bir gülümsemeyle. Ama bu gülümseme uzun sürmedi; vücudundan yayılan kırmızı aura gittikçe yoğunlaşıyordu. Tüm bedeni ve kılıcı kırmızıya bürünmüş, adeta dev bir aslan gibi görünüyordu.
Lucian, şoku atlatmaya çalışarak derin derin nefes aldı. “Teşekkürler...” dedi, sesi titrek. Gözleri Arslan’ın bedenine yayılan kırmızı auranın garip bir şekilde titreştiğini fark etti. “Aurası kırmızıya döndüğüne göre, overclock moduna girmiş olmalı,” diye mırıldandı. “Bu canavar onu bile zorladığına göre... işimiz yaş.”
Lucian ve Arslan birbirlerine bakarken, üzerlerine doğru bir düzine kolun daha geldiğini fark ettiler. Gökyüzünü kollarla kaplıydı, kaçacak yer yoktu.
Lucian gergin bir kahkaha attı. "Ahh, derin düşüncelerini bölmek istemem ama sanırım sıçtık..." Gözleri yukarıdaki kolları işaret ediyordu. "Şu kırmızı auran ne işe yarıyor ulan? Şunları kes gitsin!"
Arslan, acı içinde inledi ve eliyle karnını gösterdi. “İstemez miyim? Ama... bu piç beni çok fena yaraladı. Enerjimin çoğunu sadece ayakta kalmaya harcıyorum.” Karnındaki devasa yarayı gösterirken aurasını yarayı mühürlemek için yoğunlaştırmıştı, ama o bile etkisini kaybediyordu.
Lucian, dostunun karnındaki kanı gördüğünde içini bir endişe kapladı. Yarık, ölümcül derecede derindi. Kan fışkırıyor, Arslan’ın yüzü her geçen saniye daha da soluklaşıyordu.
“Sikeyim, bu kadar acıyla nasıl hâlâ ayakta duruyorsun?!” Lucian, Arslan’ın delilikle direndiğini fark etti. “Bu adam gerçekten delirmiş.”
Tam kollar Lucian ve Arslan’ın üzerine düşmek üzereyken, Serenna hızla aralarından geçti. O kadar hızlı hareket ediyordu ki, neredeyse bir gölge gibiydi. Zıpladı ve kılıcını gökyüzüne kaldırdı. O an, sanki kılıç ayla bir olmuş gibi parlıyordu.
Arslan, gördüğü manzara karşısında donup kaldı. “Bu da ne böyle?”
Lucian gülerek yanıtladı, “Bu ablamın özel kılıç tekniği: Damat Savar 2000!”
Serenna, kılıcını inanılmaz bir zarafetle savuruyordu. Her bir hareketi, sanki bir dans gibi kusursuzdu. Kılıcı, gölün üzerinde yansıyan ay ışığı gibi nazikçe parlıyordu. Kollar birer birer kesilip düşerken, beklenen kan kokusu yerine, etrafa çiçek kokusuyla dolu hafif bir rüzgar yayıldı. Serenna’nın zarafeti, savaşın vahşetini bile gölgede bırakmıştı.
Kılıcını kınına sokarak yere kondu, neredeyse bir arı kadar hafifti. Lucian’a döndü ve gülümseyerek, “Ay Işığı Kılıcı demeni tercih ederim, ama bu teknikle birkaç erkeği korkuttuğum doğru,” dedi.
Serenna, Arslan ve Lucian, canavarla tekrar yüz yüze geldiler. Bu sefer daha temkinliydiler.
Arslan heyecanla sordu, “Ne yapıyoruz?”
Lucian şaşkın bir ifadeyle ona baktı. “Ne mi yapıyoruz? Neden bana soruyorsun?”
Serenna gözlerini devirdi. “Hala anlamadın mı? Sen liderimizsin, emirleri sen vereceksin!”
Lucian’ın kafasından bir düşünce dalgası geçti. Lider miyim? İkisi de başından beri benim sözlerimi dinliyorlar, ama sadece emir vermek lider olmak için yeterli mi? Gözlerini kısa süreliğine kapatıp düşündü, ama canavarın boğuk ve korkutucu hırıltıları, düşünceleri bölüyordu.
Serenna, Lucian’ın yanına geldi ve elini omzuna koydu. “Biz seni koruyacağız. Sen bir plan düşün.”
Arslan ve Serenna, canavarın şiddetli saldırılarına direniyorlardı. Kol kola verilen bu mücadele, tam bir ekip çalışmasıydı. Ancak kollar daha da sıklaşmış, saldırılar daha da yoğunlaşmıştı. Geri çekiliyorlardı. Lucian ise çaresizlikle düşüncelerini toparlamaya çalışıyordu.
Lucian kendini zorluyordu: Düşün, Lucian, düşün! Bu canavarı nasıl alt edebilirsin? Kaçmak bir seçenek değil... Savunmayı bıraktığımız an sonumuz olur. Bu, daha önceki dövüşlerimden çok daha farklı... Tek kişilik bir orduyla savaşıyoruz. Her yönden gelen bu füze gibi saldırılarla nasıl başa çıkabiliriz? Tam o sırada yere düşen canavarın bir parçasına gözü ilişti.
Bu çamur... Dur bir dakika, bu canavar çamurdan mı?
O anda bir ışık çaktı zihninde. Çamur, ısıya karşı dayanıklı değildi. Eğer onu yakmayı başarabilirlerse, canavarı devirebilirlerdi.
Serenna ve Arslan gitgide geriye itiliyordu. “Lucian, umarım stratejistin kafasında iyi bir şeyler vardır, çünkü birazdan şiş kebap olacağız!” Serenna, bir yandan kolları savuruyor, diğer yandan Lucian’a sesleniyordu.
Tam o sırada canavardan kopan bir parça, Lucian’ın önüne düştü. Lucian, hızla eğilip canavardan kopan parçaya dokundu. Çamur. Gerçekten de çamurdu.
Lucian yüzünde kurnaz bir gülümsemeyle doğruldu. "Artık endişelenmenize gerek yok. Bu şerefsizi modern bilimle alt edeceğiz.”
Arslan, kafası karışmış bir halde ona baktı. “Tamam, şu bilim şeyini yapalım. Ama nasıl?”
Lucian, o sırada hızlıca aklında bir plan oluşturmaya başladı.
“Çamur yakma işlemi nedir bilir misiniz?”
Serenna kılıcını savurup üstüne gelen canavar kolunu ortadan ikiye ayırdı ve meraklı bir ifadeyle “Çamur yakma işlemi mi?” diye sordu.
“Çamur yakma işlemi, genellikle atık su arıtma tesislerinden çıkan arıtma çamurunun bertaraf edilmesi veya hacminin azaltılması için kullanılan bir yöntemdir. Bu süreçte, çamur yüksek sıcaklıklarda yakılarak içerisindeki organik maddeler yakılır, bu sayede çamurun hacmi küçültülür ve zararlı maddelerden arındırılır. Tüm bu işlem sonucunda çamur bir yığın küle dönüşür.”
Lucian, tüm bunları onlara anlatamayacağını anlayınca kısa kesmeye karar verdi ve “Basitçe söylemek gerekirse bu işlem çamurun hacmini büyük derecede küçültür ve onu küllere dönüştürür.”
Lucian onlara planını açıkladı: “Bana auralarınızı aktaracaksınız. Tüm gücünüzü bana vereceksiniz. Ve bu canavarı ateşe vereceğim.”
Arslan itiraz etti: “Ama bu, seni öldürebilir! O kadar fazla aurayı vücudunda tutarsan patlarsın!”
Lucian, gözlerinde kararlılık ışığıyla, “Bana güvenin,” dedi. “Bu gün ölmeye niyetim yok.”
Arslan ve Serenna kısa bir sessizlikten sonra birbirlerine baktılar. Kafalarını sallayıp onayladılar. Bir saniye bile kaybetmeden, gelen kolları aynı anda keserek Lucian’ın çevresinde bir açıklık yarattılar. Bu boşluk anı, onlara tek şanslarını verdi.
Serenna ve Arslan, tüm güçlerini Lucian'a aktarmaya başladı. Auraları, yoğun ve ateşli bir enerji dalgası gibi Lucian’ın bedenine akarken, Lucian’ın vücudu auranın yükünü taşımakta zorlanıyordu. Ancak, yüzündeki ifade kararlılıkla sabit kalmıştı.
Arslan, gücünün son damlasını verirken, son bir nefesle konuştu: "Gerisini sana bırakıyorum…" Daha cümlesini bitiremeden, yorgunluktan bilincini kaybetti ve yere düştü. Kırmızı aura, Arslan’ın bedeninden tamamen çekilmişti.
Lucian, bedeninde dolaşan inanılmaz enerjiyi hissediyordu. Vücudu neredeyse patlayacak gibiydi. Her kası, her damarı bu gücü taşımanın sınırında titriyordu. Serenna ve Arslan’ın auralarını kendi aurakütlesiyle birleşmesi bir volkan gibi kaynıyor, içinde dönüyor, şekillenmeye çalışıyordu.
Serenna endişeyle Lucian’a baktı. "Bu fazla, çok fazla Lucian! Vücudun bunu kaldırmayacak!” diye bağırdı.
Ama Lucian’ın kararlı ifadesi değişmedi.
Bir anlığına gözlerini kapattı ve tüm aurasını kontrol altına alarak bedeninde sıkıştırmaya başladı. Enerjiyi mümkün olduğunca küçültüyor, yoğunlaştırıyor ve dönüştürüyordu. Düşünceleri berraklaştı, vücudu kontrol altına alındı. Tam anlamıyla bir gücün zirvesindeydi. Elleri alev almaya başladı, ardından bu alevler hızla tüm kolunu sardı.
“Alevlen!” diye fısıldadı.
Lucian’ın sağ kolu ateşle kaplandı. Bu sıradan bir alev değildi; parlak ve göz alıcıydı, sanki güneş yer yüzüne inmişti. Alevler o kadar yoğundu ki, gecenin karanlığını bir anda delip geçmiş, tüm ormanı aydınlatmıştı. Hatta, alevlerin parlaklığı o kadar kuvvetliydi ki, gökyüzündeki bulutları bile aydınlatıyordu. Lucian’ın kolundaki bu gücün görkemi öylesine büyüktü ki, ileride bu saldırı Cenneti Yaran Alev olarak anılacaktı.
Lucian, gözleri kararlılıkla dolu, son bir kez canavara baktı. Canavar hâlâ devasa kollarını etrafa savuruyor, ölümcül saldırılarına devam ediyordu. Ama bu sefer, Lucian’ın gözünde korku yoktu. Yalnızca kesin bir zafer isteği vardı.
Derin bir nefes alarak, gücünü topladı. Vücudundaki tüm auranın ve ateşin gücünü sağ koluna yönlendirdi. Bu sırada, sağ kroşesi için doğru pozisyon aldı. Her kası gerildi, her damarı alevle doldu.
"FIRE PUNCH!" diye haykırdı.
Lucian’ın yumruğu, sanki gökyüzünü delercesine savruldu. Yumruğundan çıkan devasa alev, inanılmaz bir hızla canavara doğru fırladı. O kadar yoğundu ki, yolundaki her şeyi buharlaştırarak ilerliyordu. Alev, havada bir nehir gibi akarak canavara çarptı. Darbenin gücü, tüm çevreyi titretti. Canavar alevle kavrulmaya başladı. Derisinden buharlar çıkıyor, her yerinden çığlıklar yükseliyordu.
Canavarın sesi o kadar korkunçtu ki, orman tüm bu acı dolu çığlıklarla yankılandı. Sesi, insanın kemiklerine işleyen bir ağırlık taşıyordu. Canavar, hiçbir zaman bu kadar acı çekmemişti. Etrafındaki kollar çırpınıyor, yeri delip geçiyor, ama kaçacak bir yeri kalmamıştı. Alevler, her bir hücresini yutuyor, onu canlı canlı yakıyordu.
Serenna, canavarın bu çığlıkları karşısında ürperdi. Gözlerini alevlerden ayıramıyordu. Canavarın ölüm çığlıkları, kulakları sağır ederken bile Lucian’ın yumruğunun gücüne hayranlıkla bakıyordu.
Canavar, çığlıklarını sürdürürken yavaş yavaş erimeye başladı. Çamurdan bedeninin her parçası sıvılaşıyor, eriyor ve sonunda kül oluyordu. En sonunda, çığlıklar azaldı… azaldı… ve sonra tamamen yok oldu.
Canavar yok olmuştu. Geriye sadece kararmış bir zemin ve etrafa yayılan küller kalmıştı. Lucian’ın saldırısı, düşmanı tamamen tüketmişti.
Lucian, kolunu aşağı indirip derin bir nefes aldı. Kolundaki alevler yavaş yavaş sönmeye başlarken, ellerinde yanık izleri oluşmuştu. Ancak bedenine girmesi gereken aurayı tam zamanında boşaltmış, kendi zararını en aza indirmişti. Vücudu aurasız kalmıştı ama hayatî bir hasar almadan atlatmayı başarmıştı.
Lucian, gücünü toparlayarak hızla Arslan’ın yanına koştu. Arslan hâlâ bilincini kaybetmişti. Yaraları ciddi ve derindi. Lucian, dizlerinin üzerine çökerek ellerini Arslan’ın karnındaki yaraya bastırdı.
"Ben bir rahip değilim… Sana kutsal bir şifa büyüsü yapamam, ama şu an elimden geleni yapacağım. Ve bu biraz canını acıtacak," dedi, endişeli ama kararlı bir sesle. Elindeki alev büyüsünü tekrar çağırdı, ama bu sefer daha küçük, daha kontrollü bir ateş oluşturarak.
“Serenna, onu sabit tut. Hareket ederse işim daha da zorlaşacak.”
Serenna, Lucian’ın yanında diz çökerek başıyla onayladı ve Arslan’ı sıkıca tuttu. Kardeşinin ne yapmaya çalıştığını anlamıştı. Lucian’ın gözlerinde gözüken kararlılık, onun tek şansıydı.
Lucian, üçten geriye sayarak elindeki ateşi Arslan’ın yarasına bastırdı. Ateş, yarayı mühürlemeye başlarken Arslan, dayanılmaz bir acıyla gözlerini açtı. Vücudu titriyor, çığlık atmamak için dişlerini sıkıyordu. Ama acı o kadar büyüktü ki, gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı. Vücudu acıdan kıvranırken, Serenna onu zorlukla yerinde tutuyordu.
"Dayan, neredeyse bitti!" diye bağırdı Lucian. Alevlerin yarayı kapatmasını izlerken elleri titriyordu, ama bir an bile geri adım atmadı. Arslan, acının doruğuna çıktığı o an tekrar bayıldı.
Sonunda, yarayı tamamen mühürlemişti. Lucian, elleri titreyerek alevi söndürdü. Derin bir nefes alarak alnındaki terleri sildi ve yavaşça ayağa kalktı. Arslan artık tehlikede değildi, ama hâlâ dinlenmesi gerekiyordu. Lucian, gözlerini Serenna’ya çevirdi.
Serenna, gözleriyle Lucian’ı baştan aşağı süzdü. Hayranlık ve endişe arasında gidip gelen bir ifadeyle ona baktı. "Bunu nasıl yaptığını sorsam, söylemeyeceksin değil mi?" dedi, gülümseyerek.
Lucian sadece kafasını salladı. Ona, başka bir dünyadan gelen bilgi ve dövüş tekniklerini anlatamazdı. Tüm bu sırlara, farklı geçmişine dair hiçbir şey söyleyemezdi.
Bir an duraksadı, sonra Serenna'ya dönüp ciddi bir ifadeyle sordu: "Bu arada… merak ettiğim bir şey var."
Serenna, Lucian’ın ciddi tonunu fark edip kaşlarını kaldırarak ona baktı. "Ne?"
Lucian, gözlerini kırpıştırıp, etrafı süzdü. "Faytoncu nerede?"