Bilinmezin İçinde Bölüm 56 - Lanet!!

Bir süre sonra hava komple kararmışken sonunda benim de çadırım kuruldu.

Çadırın kurulumuna yardım ettiğim için bu basit mekanizmaların ne kadar can sıkıcı olduğunu ben de anladım. Artık kuzenlerimin neden o kadar zorlandığını biliyorum. Bu tam bir amelelik. Eğer işçiler yardım etmese bu kadar sağlam bir çadır kuramazdım. Bilinmesi gereken çok fazla püf nokta var.

Ancak kalacak bir yerim olsa da ne yazıkki içinde rahatlık sağlayacak bir öge yoktu. Sadece toprakla temas etmeyi engelleyen ve çimenleri daha az hissetmemi sağlayacak kalın bir örtü vardı. Üzerime çekecek başka bir örtü de köşede katlanmış haldeydi.

Biz bu çadırı yaptığımız sırada kampın açıklık bırakılan bir bölgesinde ateşler yanmış ve ocaklar yerleştirilmişti. Yemeği açık bir alanda hazırlıyor gibiler. Ancak bu açık alan askerlerin çadırlarına yakındı. Timar’ın uyarısına bakılırsa oraya gitmemeliydim.

Ondan korktuğumdan değil ama başıma bela almak istemediğimden gitmeyeceğim. Zaten açlık derdim de yok.

Çadırıma girdim. Deli dolu kaslarımdan mıdır bilmem ama burada hareket etmesi biraz sıkıntılıydı. Sadece uzanıp uyuyabilirdim. Ancak yorgun hissetmiyorum.

Dışarıya çıkıp sosyalleşmek de bir seçenek aslında. Belki de işçiler ile bir sohbet ederim?

Çadırımdan tekrar çıktım.

Girdiğim gibi çıkmak biraz garip hissettirdi. Boş yere çadıra girmiş gibiyim. Sanki bir romanda kelime sınırını doldurmak için yazılmış boş bir sahne gibiydi. Yani anında dışarı çıkacaksam çadıra girmenin ne anlamı vardı ki?

Bu düşünceyi bir kenara bıraktım ve ileri baktım. çarşaf düzenleyen bir işçi grubu gördüm. Fener benzeri cisimler ile aydınlatılıyor ve koşturmacalarını sorunsuz devam ettirebiliyorlar.

Yaklaştığım sırada seslendim. “Eyy ahali, keyfi şahani?”

Bana garipser bir ifade ile baktılar. En yakınımda duran şişman bodur kadın konuştu. “Neğ?”

Yanlarına vardığım sırada sırıttım. “Yani keyifler yerinde mi diyorum.”

Kadın çarşafları katlamaya geri döndü. “Heğ yerinde. Agjamın göründe sidikli çarşaf yıkayöz. Vallahi miğemmel ütesi bir geyfimiz vardığ şu ağn.” Yüzünü buruşturarak söylediği bu aksanlı sözler komiğime gitti. Kendi dünyamdaki yörükleri andırıyordu.

‘Bir dakika ben burada nasıl aksan duyabiliyorum lan?’

‘Bu dünyanın global dili türkçe değildir herhalde. Bir tür çeviri falan var değil mi?’

‘O zaman ben nasıl aksan duyabiliyorum?’

“Heğheğheğ.” Yandan tiz bir kahkaha duyuldu. Bu, orta yaşlı uzun boylu ve uzun burunlu bir kadındı. “Zeliha abla şikayet ediyorsun da, en az çarşaf katlayan sensin biliyorsun değil mi?”

“Sus gız seğn. Dahağ dün geğlmişsin emme diliğn pabuç kadağ.”

Uzun burunlu kadın iğrenir gibi bakıp işine geri döndü.

“Baya kaslısın he.” dedi başka bir çalışan. Esmer tenli, uzun boylu ve kıvırcık saçlı bir adamdı. Sağ gözünün altında minik bir ben vardı. Kahverengi gözleri ile beni süzdü. “Barbar falan mısın sen?”

Gece karanlığını aydınlatan fenerin ışığı suratıma vururken sırıttım. “Değilim desem inanır mısın?”

Adam güldü. “Mümkün değil. Ben başkentte büyüdüm. O sokakta yürüyen nice savaşçılar gördüm. Ancak bir tanesi bile senin kadar kaslı değildi. Senden daha uzunları vardı. Ancak senin kadar kaslı olanı yoktu. Adeta yürüyen bir kütle gibisin.”

‘Bu şimdi beni övdü mü gömdü mü lan?’

‘Yok yok övmüştür ya.’

‘Bu kaslar kime kötü görünür ki?’

“Eh o zaman bu soruyu sormana da gerek yoktur.”

Onları süzdüm. Aşağı yukarı 7 kişi kadarlardı. “Siz cezalı falan mısınız? Neden bu saatte bu işle uğraşıyorsunuz?”

“Iğh. Biz de bir bilsek.” bu sefer konuşan bodur şişman bir gençti. Subay traşı gibi olan kahverengi saçları ile sade bir görünümü vardı. “Zaten şunun şurasında şehre varmaya ne kadar kalmış? Bize neden böyle boş bir iş yaptırıyorlar anlamıyorum. Yani o kadar gün gelmişler. Bir gün daha şu çarşaflar ile idare edemediler.”

“Siz nereden geliyorsunuz ki?”

“Başkentten geliyoruz.. tamam öyle en uzak yer değil ama yine de bir haftamızı aldı.”

Bu rakamları duyunca şaşırdım. At arabalarıyla yolculuk etmelerine rağmen bir hafta sürdüyse orası gerçekten uzak olmalı. Veya yollarda sorun olabilir. Sonuçta benim çağımın aksine dağı delip geçen tüneller olmamalı. Bir yerden bir yere giderken up uzun turlar atmaları gerekebilir.

“Bu turnuva o kadar önemli mi de o kadar yol geldiniz?”

“Aslında değil.” dedi kıvırcık saçlı oğlan. “Birçok şehirde çeşitli etkinlikler düzenlenir. Bu turnuva da onlardan farklı değil. Soylu katılımcıları olsa da prensesimizin katılmasını gerektirecek kadar önemli değil.” Aynı anda çamaşırları katlamaya devam ediyordu. “Buraya gelme sebebimiz prensesimizin özel zevkleri. O.. kavga eden insanları izlemeyi seviyor.”

Şaşırdım. O narin ve güzel görünümlü prenses gerçekten de kavga manyağı olduğu için mi buraya gelmiş?

‘Yanii. İnsanları görünümüne göre yargılamamak lazım.’

“Sizi hep böyle bir yerlere sürükler mi?”

“Yok yaa.” dedi kıvırcık saçlı. Burada bir şeyleri açıklamaya en çok hevesi olan o gibiydi. “Genelde tüm büyük turnuvalar başkentte gerçekleşir. Ben kendimi bildim bileli bu seviyede başka turnuva yapan tek kişi Akçamera Lordu oldu. Son birkaç yıldır böyle.”

“O da neyeğ yapıyoğr gari? Başkente kıran mı girdi? Ne deyeğ insağcıkları bura kadar yorup duruğ?”

“Soyluların hayatı bu.” dedi uzun boylu kadın. “Bizim gibi fukaralar, onların aklından geçenleri nereden bilsin?”

“O kadar da karmaşık değil ya.” dedim rahat bir ses tonuyla. “Şöhret için işte. Sonuçta kim ilgi çekmeyi sevmez ki. Adamın parası var yapıyor.”

Kıvırcık saçlı kahkaha attı. “Daha doğru bir çıkarım olamazdı kardeşim.”

Ben de güldüm. Buradaki insanların rahat tavrı ilgimi çekti. Daha normal hissettiriyordu. Onların aksine Tenahi daha bi ciddiydi. Bana önemli birisiymişim gibi davranıyordu. Yani evet tamam kendimce önemli birisiyim ama öyle soylular gibi bir hizmet de istemem. Açıkçası ortamı gerdiğini düşünüyorum. Agata hanımın olayındaki gibi bir durum olmasa öyle bir muamele istemem.

Bakışlarım kampın meydanına kaydı. Yemek dağıtımı başlamıştı. “Siz katılmayacak mısınız?”

“Hmm?” Kıvırcık saçlı baktığım yöne döndü. “Ooh, hayır. Oradaki yemek askerler için. Biz hizmetçi çadırlarında yeriz. O kadar güzel yemekleri yolculuk sırasında bize vermiyorlar. Prensese eşlik etsen de hizmetçi yine hizmetçidir yani.” dedi alaycı bir gülümseme ile. Bu gülümseme, kendine karşı bir küçümseme içeriyordu.

“Şinci evde rahağt rahağt uyumak vardığ vallağ.”

“Öff. En azından, bu seyahetten dönünce iki hafta tatil olacağız.”

“Evet. Biraz daha sabredelim sadece.”

Onların bu diyaloglarını dinlerken gülümsedim.

‘Herkes kendi dünyasının kahramanı. Ön planda ne dönerse dönsün, arka planda herkesin hayatı devam ediyor. Herkes bir şekilde hayatını yaşıyor. Bana burayı gerçek hissettiren bir şey varsa o da budur. Çizgi romanlarda ve oyunlarda dünyayı kurtaran kahramanın hikayesini görsek de, o sırada savaşan askerlerin, koşuşturan insanların hikayesini görmeyiz. Ancak aslında hepsi bir hayat sahibi, amaç sahibidir. Ve.. ben bir istisna olsam da çoğu insan öyle bir durumda ana karakter değil yan karakter olur. Ne? Zombi istilası sırasında savaşan insanlardan olduğunu mu düşünmüştün? 8 milyar insandan sadece birkaç on bini hayatta kalmış. Sence senin zombi olmama ihtimalin var mı?’

“E size kolay gelsin madem dostlar.” dedim ve tekrar çadırıma yöneldim.

O sırada ardımdan, “Golaysağ bajına gelsiğn.” diyen sese ise aldırmadım.

Çadırıma dönerken bakışlarım gökyüzüne kaydı.

Benim geldiğim dünyadakinden farklı olan bu gökyüzü, yıldızlar çok ilgi çekiciyidi. Kendi dünyamdayken milyonlarca yıldızın olduğu gökyüzü bana rastgele görünüyordu. Ancak buraya geldiğimde farklılığı hemen anlayabildim. Yani o rastgele olduğunu düşündüğüm gökyüzü, aslında sadece bize ait olan bir gökyüzüymüş.. tabi bunun sebebi orada asılı olan 2 ay da olabilir.

Bu aylara bakarken kafamda anlık bi anımsama oldu. Sanki.. sanki bir şeyi unutmuştum.

‘Neydi lan?’

Düşüncelerimi eşelemeye başladığım sırada çadırıma girdim.

Çarşafın üzerine otururken düşünmeye devam ettim ama hatırlayamadım.

Bu beni çok rahatsız etti. Resmen dilimin ucunda ama hatırlayamıyorum.

‘Neydi, neydi..’

Daha da eşeledim, yaşananları anımsadım.

Akşam vakti kulübeye girmiştim. Orada bi görev yapmaya çalışırken başarız olmuştum. Ölümcül bir gazın saldırısına uğramıştım. O sırada dini gruplardan olan adam içeri girmişti. Sonra..

‘Hasiktir!’

‘Ben lanetlenmiştim lan!!’

Hemen görmeyi arzuladım.

-Ay Tanrıçasının Laneti-

Ay Tanrıçası Dilberay’ın laneti. Terbiyesiz ve saygısız sözlerinden dolayı tanrıça tarafından lanetlendin.

Etki: Gece vakti, Ay Tanrıçası adına rastgele bir şekilde cezalandırılacaksın.

Bir hata mı var? Şimdi bildir! Papara: 1733808570(Tıkla, Kopyala)
Yorumlar

Yorumlar

Novel Türk Yükleniyor