Bilinmezin İçinde Bölüm 53 - Dövüşmeyi Reddet
Dışarısı kararmaya başlamış olsa da içerisi aydınlık bir hissiyat veriyordu. Bunun sebebi bir ışık kaynağı mıydı, yoksa karşımda duran kız mıydı bilemedim. Bir sanatkarın elinden çıkmış gibi olan altın sarısı saçları topuz odaklı bir örgü yapılmış ve son nokta da kafasındaki işlemeli tacı ile koyulmuştu. İnsanların fondoten sürerek ulaşacağı seviyede pürüzsüz beyaz teni, yeşil gözleri ile birleştiği zaman uhrevi bir hava veriyordu. Kiraz gibi kırmızı olan çekici dudaklarındaki mütevazi gülümseme, kalemle çizilmiş gibi görünen kaşlarının kavisine dikkat çekiyor ve bakışlarını daha etkileyici kılıyordu. Kristallere bezenmiş gibi görünen parlak yeşil kaftanının içinde, en ünlü markaların tanıtım için kullandığı yapay bebekler gibi görünüyordu. Tüm bunların birleşimi ile hem çok güzel, hem çok etkileyici hem de çok asil görünüyordu.
‘Dünyada da çok fazla güzel kız gördüm ama bunlar hep filtre kullanarak ekleme yapıyordu. Bu karşımdaki kız ise adeta o filtrelerin gerçek hali!’
“Görünüşe göre birisi daha güzelliğine tutuldu Şehrazad.”
Bu sözler, kızın yanı başında dikilen kişiden geldi.
Bu kişi aşağı yukarı 180 boylarında gibiydi. Esmer kavruk teni arapları andırıyordu. Çene hizasında şekillendirilmiş siyah sakalları, özelleştirilmiş bıyığı ile birleşiyordu. Şahin gibi kaşları ve kahverengi gözleri vardı. Boynunu aşan uzun, dalgalı saçları, yüzüne düşen kısımları arkada topuz hale getirilmiş bir şekilde toplanmıştı. Giydiği deri zırh, metal omuzlukları ile destekleniyor ve ona havalı bir asker görünümü veriyordu. Bu adam açıkça çok yakışıklıydı.
‘Lol’deki Akshan değil mi la bu? Yani en azından tipi.’
“Prenses ile dostmuşsun gibi konuşmayı kes artık Berke.”
Bu sefer konuşan kişi kızın diğer tarafındaydı. Bu kişi, kapıdakiler ile aynı tip kıyafetlere sahip bir kadındı. Onlardan tek farkı, tüm suratını kaplayan bir maske takmasıydı. Maske bembeyazdı ve gülen bir surata sahipti. Bu beyazlığı bozan tek şey, maskenin sağ gözündeki gözyaşıydı.
‘Yani ortadaki kız gerçekten de Prenses.’
Prenses Şehrazad sağ kolunu kaldırdı ve kaftanından çıkan ipeksi tenini gözler önüne serdi. Elini salladı ve, “Önemli değil. Onun patavatsızlıklarına alıştım.” dedi. Daha sonra elini indirdi ve ipeksi teni tekrar bakışlardan kayboldu. “Tabii verdiği sözü tutamazsa işler değişir.”
Onların bu konuşması sırasında etrafı inceleme fırsatı buldum.
Çadır dışarıdan göründüğü kadar genişti. İçerisi en az 10 metre yarıçapındaydı. Girişin sağ çaprazında diktörtgen bir masa vardı. Masanın üzerinde çeşitli kağıtlar duruyordu. Kağıtların işçiliği benim geldiğim zamandan eksik görünmüyordu. Metal işçilikleri çok gelişmese de kağıt işçilikleri gelişmiş gibiydi. Acaba sebebi neydi?
Çadırın sol en uç köşesinde paravanla gizlenen bir bölge vardı. Prensesin orada uyuduğunu varsayıyorum. Bunların dışında ise bir prensese yaraşır şekilde birçok sandık vardı. Anlaşılan bu kız gittiği her yere bavulunu da götürüyor.
Kişi olarak da sadece prenses ve konuşan diğer iki kişi vardı. İçeride onunla durabildiklerine göre sıradan kişiler olamazlardı.
İncelemem sırasında prensesin bakışları tekrar bana odaklandı.
“Selamlama için eğilmediğine göre, sen gerçekten de Barbarlardan olmalısın.”
Burada ‘barbar’ kelimesinin bir hakaret olarak değil de Irk olarak var olduğunu biliyorum. Ancak nedense hep hakaretler ve ötekileştirilmelerle kullanılıyor. Barbarlar o kadar kötü mü? Yani şu kaslarım ve cüssem ile nasıl küçümsenebilirim anlamıyorum.
Eski zaman filmlerinde gördüğüm gibi başımı eğerek selam verdim. “Güzelliğinizden etkilendiğim için tepki veremedim.” Daha sonra başımı kaldırdım ve gülümsedim. “Erkek arkadaşınız çok şanslı.”
“Erkek arkadaş mı?” Prenses garipser bir ifade takındı. Ardından tebessüm ederek kafasını iki yana salladı. “Henüz o şerefe nail olacak birisi yok.”
“Belki de seni bu kadar güzel yapan budur Şehrazad. El değmemiş bir çiçek olman.”
“Çiçek babandır lan!” diye bağırdı maskeli kız.
Atışmaları tekrar başlamadan araya girdim.
“Bana sizinle tanışma şerefini verdiğiniz için teşekkür ederim saygıdeğer ekselansları.” diğer ikisini bastıracak şekilde seslice konuştum. “Ancak, beni çağırmanızın tek sebebi tanışmak değildir diye tahmin ediyorum.”
Diğer ikisi susarkan Prenses konuşmaya başladı. “Evet haklısın. Yakınlardan geçen yalnız bir barbar olduğunu duyunca tanışmak istedim ama bundan fazlası var.” duraksayıp beni süzdü. “Yine de konuya girmeden önce belirtmem gerek, böyle bir şey ile karşılaşmayı beklemiyordum. Daha önce gördüğüm tüm barbarlar hayvan postlarına sarınmış gezerdi. Sıcak havalarda ise yarı çıplak olurlardı. Ancak sen, sana olmayan bir köylü kıyafeti giyiyorsun ve sırtında da bununla hiç uyuşmayan bir pelerin var.”
‘Hasiktir!’
‘Pelerini unuttum!’
O pelerinden bir şey çıkarmayacağını umdum. Sonuçta tek dikkat çeken yanı havalı olması değil mi? Onların dünyasında bu normal bile olabilir.
Neyse ki kız bu konu üzerinde durmadı.
“Ve bunun yanı sıra, konuşman da çok dikkat çekici. Üslubun.. bir barbardan beklenmeyecek seviyede düzgün. Sanki başkentteki bir tüccar ile konuşuyor gibiyim. Benim bildiğim barbarlar 4 kelimeden uzun cümleler kurmazlar.”
Gafil avlandım. Üstün zekamın ilişkilendirildiğim barbar imajı ile çakışacağını düşünmemiştim. Yani, olaylar bu seviyeye geldiğine göre saklamama gerek yoktur. Zaten barbar olmadığım öğrenilse ne olacak ki?
“Aslınd-“ ancak tam konuşmaya başlamıştım ki bölündüm.
“Sen, dışarıdan gelen bir barbar değilsin öyle değil mi?” Kız bilmiş şekilde sırıtıyordu. “Anladığım kadarıyla krallıkta birileri tarafından yetiştirilmişsin. Bu sayede düzgün konuşabiliyorsun ve böyle normal insan kıyafetleri giyebiliyorsun.”
Oh, kendi kendine bi sonuca vardı.. yani bu da kötü değil. Zaten ona bir şeyleri açıklamak ile uğraşmak istemem. Bir prensesle karşılaşmak etkileyici olsa da, artık daha fazla bela istemiyorum. Biraz dinlenmek istiyorum. Yani ne söyleyecekse söylesin de hemen buradan gideyim.
Aslında bu garipti. Yani ilk geldiğim zamanki ben olsa bir prenses ile tanışmak beni çok heyecanlandırırdı. Ancak şimdi öyle hissetmiyorum. Yaşadığım şeylerden sonra bu heyecandan çok rahatsızlık hissiyatı veriyor. Sadece daha büyük bir bela. Maceralar ilgimi çekse de olaylar şu an hiç de kitaplardaki, filmlerdeki gibi sırasına göre gitmiyor. Daha çok, bir açık dünya oyununda gibiyim. Sanki önümde oyunun başlangıcı için bir köy vardı da ben yanlışlıkla farklı bir yola girdim ve başlangıcı atlayıp oyunun rastgele kısımlarına geldim gibi. Daha önce oynadığım Skyrim, fallout gibi oyunlarda bunu bolca yaşamıştım. Hatta bir keresinde daha minik düşmanları bile kesemezken yanlışlıkla bir ejderhanın inine girmiştim. Buraya geldiğimden beri o ejderhanın inine girdiğim zaman gibi hissediyorum.
Prenses, kalp sıkıştıran güzellikteki gülümsemesini korurken sözlerine devam etti.
“Bunu kim düşündüyse çok iyi bir fikir. İnsanüstü fiziğe sahip bir barbarı alıp normal birisi gibi yetiştirmek.. ancak böyle yetişmiş bir barbar savaş becerilerini yitiredebilir.” Yüzünde meraklı bir ifade oluştu. “Merak ediyorum da, medeni bir yaşam sürmüş güçlü bir barbar, turnuvada başarılı olabilir mi?”
“Pfft. Bu sadece yürüyen bir kas yığını.” dedi Berke küçümser bir tonla. Bu herifle herhangi bir sorunum yok. Neden beni hedef almaya başladığını anlamadım.
Prenses, Berke’nin küçümser tepkisini görmezden geldi ve sözlerine ekleme yaptı. “Yalnız başına şehre gittiğine göre bu tesadüf olamaz. Sen de turnuvaya katılacaksın değil mi?”
Bu soruyu beklemiyordum. Turnuvaya katılma konusunu tam kesinleştirmemiştim ama Firdevs için katılma ihtimalim yüksekti.
Yine de şimdilik onaylamaya karar verdim. Karmaşık cümleler ile işi uzatmaya niyetim yoktu.
“Çok zekisiniz prenses. Gerçekten de şehre turnuva için gidiyorum. Ancak bir konuda yanılıyorsunuz.” Kaslarımı sıktım. “Ben zerre zayıflamadım.”
“Hmm özgüvenini sevdim. Ama bakalım bunu destekleyecek gücün var mı.” Berke’ye doğru olan elini avuş içi görünecek şekilde hafifçe kaldırdı. “Bizim turnuvaya katılacak şampiyonumuz ile bir sefer dövüşmek ister misin?”
-Anlık Görev: Dövüşmeyi Reddet
Ödül: 1 Dirilme Hakkı
Koşul: Berke CAN ile dövüşmeyi reddet ve bir gece boyunca kamptan ayrılma.
Tavsiye Edilen Seviye: YOK
Bu durumda bir görev tetiklenmesi beni şaşırtmadı. Yani bir prenses ile karşılaşıyorsam böyle bir şey kesin yaşanmalı, değil mi?
Ancak içeriği ne böyle?
‘Dövüşmeyi red mi edeyim?’
‘Bana tam tersini söylemesi gerekmiyor muydu?’
Prensesin sözlerinden sonra Berke de garipser bir ifade takındı.
“Benim bu kas yığını ile dövüşmemi mi istiyorsun?” Küçümser ifadesi ile beni süzdü. “Bu hantal şey benim için hedef tahtasından farksız be.”
‘Bu şerefsiz beni küçümsüyor mu?’
‘Nereden geliyor bu özgüven?’
Kafasının üzerine baktım
[Berke Can Sv-5 (Tarafsız)]