Bilinmezin İçinde Bölüm 33 - Kötü Tanrılar
Karşıma çıkan karanlık koridorda adım attığım yeri bile göremiyordum. Elimi, yukarının ışığı kesilmeden önce fark ettiğim kenarlara dayadım. Daha sonra düşmemeye çalışarak yavaş adımlarla ilerledim.
“Karanlıktan korkar mısın yoksa?” dedi ileriden gelen kadının sesi alaycı bir tonda.
“B-Biraz…” dedi Firdevs ürkek sesi ile. O kadar gördüğü kanlı yaratıklara rağmen hâlâ konuşabilmesi şaşırtıcıydı. Belki de onu böyle yapan saf yapısıdır. Belki de o kadar saftı ki olayın ciddiyetinin farkına varamıyordu.
“Ah!”
Firdevs’in sesiydi!
“Firdevs!”
“İ-İyiyim abi. Ayağım takıldı.”
Bu açıklama ile rahatladım. Az önceki olayların gerginliği hâlâ üzerimdeydi. Sadece dinlenmek için girdiğimiz bu yerde bizi böyle bir şeyin beklemesi.. rahatlık bize haram mı? Neden iki üç günlük süreçte bu kadar fazla olayla karşılaşıyorum? Bu hiç normal hissettirmiyor. Önceki hayatımda, herhangi bir suç veya sorunla bile karşılaşmadım. Bir trafik kazası olsun veyahut yankesicilik olsun, hatta doğru düzgün kavgalarım bile yok. Sadece yumruk yumruğa girdik. Öyleyse neden bu dünyaya geldiğim gibi hayatta birkaç kez yaşanacak olayları üst üste yaşıyorum?
Belki de bu durum beni buraya gönderen yaşlı adamla ilgilidir.. veya burası basitçe sorunlarla dolu bir diyar da olabilir.
Aksiyona girmek güzel olsa da keşke birazcık rahatlayıp dünyayı tanıma fırsatım olsa…
Bu düşünceler içindeyken merdivenleri inmeye bıraktık ve nispeten düz bir zeminde ilerlemeye başladık. Duvarlar artık daha kuru ve soğuk hissettiriyordu.
Bir kaç dakika kadar böyle ilerledikten sonra, sonunda ileride bir ışık göründü. Aniden gelen ışık ile gözümü kıstım ve geri açtığımda ışığın kaynağından bize eşlik eden kızın çıktığını gördüm. Ardından Firdevs de çıktı. O sırada bulunduğum yere bakma fırsatım oldu ve buranın taştan yapılmış dar bir geçit olduğunu fark ettim. Şu anda yerin altından ilerliyor olmalıydık. Toprak değil de taş olduğuna göre ve işlenmiş gibi göründüğüne göre burası bir insanın elinden çıkmıştı. İleriye baktığımda Firdevsgilin olduğu pozisyona uzanan merdivenler olduğunu gördüm. Zülfikar o merdivenleri adımlıyordu ve ben de peşindeydim. Artık önümü gördüğüm için rahatça ilerleyebiliyordum. Zülfikar’ın ardından ben de o ışığın olduğu yere ulaştım. Bu ışığın kaynağı bir kapıydı. Demir tutamaçları içeriden görebiliyordum. Dışarıya adımladım ve karşımda sağa sola dikkatli bakan o kızı gördüm. Ben de dikkatlice etrafa baktım ve.. ormanda olduğumuzu fark ettim. Arkamı dönüp baktığımda ise çıktığımız yerde gerçekten de yeraltına eğimli bir şekilde inen, çimenden sırta sahip bir kapak olduğunu gördüm. Kapak kapandığı takdirde yerde seçilmesi zor olurdu.
‘Neden köyün içindeki bir evin bodrumu ormana çıkıyor? Hangi manyağın fikri bu?’
“Etraf temiz gibi.” dedi kız sessizce.
Kulağımı verdiğimde ben de hiçbir ses olmadığını fark ettim. Arkamı dönüp baktığımda ormanın sırtını ve minik tepeleri gördüm. Görünüşe göre bu tünel bizi köy ile ormanı ayıran tepenin ardına getirdi.
“Acele edelim.” dedi kız ve ormanın içine doğru ilerledi.
Firdevs hızlı adımlarla yetişti ve arkasına geçti.
‘..bir zamanlar benim ardımdan ayrılmayan kız çok çabuk taraf değiştirdi.’
Zülfikar ile ben de ilerledik.
Orman kapkaranlıktı ve herhangi bir ışık kaynağı yoktu.
Nereye gidiyoruz bilmiyorum ama kızın emin adımlarına bakılırsa o biliyor. Kapkaranlık bir ormanda nasıl yolunu bulabiliyor? Bu kız gece görüş yeteneğine falan mı sahip? Yani sonuçta fantastik bir dünya…
Bir iki dakika kadar böyle yürüdükten sonra, karanlıkta zar zor seçilebilen bir kulübeye vardık. Eğer kız bizi buraya özellikle getirmese, aydınlık zamanda bile bulabileceğimize emin değilim. Bir an ağaçların arasındayken diğer an bu kulübenin olduğu bölgedeydik. Burada her kim yaşıyorsa, kendini diğer insanlardan soyutlamak istemiş olmalı.
Kız, kulübenin kapısını dikkatlice araladı. Onun bu hareketi ile içeriden ortamı aydınlatan tek ışık kaynağı yayıldı. Bize doğru kafa işareti yaptı. “Gelin.”
Daha sonra hepimiz içeriye girdik ve dışarıya kıyasla gündüz gibi olan aydınlık ortamla karşılaştık. Burası standart bir kulübeydi. İçeride bir yatağın olduğu bölmeyi ayıran duvar ayracı ve diğer taraftaki mutfak vari gereçlere sahip yer vardı. Yatağın olduğu bölmede birkaç el yapımı görünen masa vardı. O masaların üzerinde.. pençeler vardı. Hayvanlara ait gibi görünüyorlardı. Ayracın öbür tarafındaki mutfak gibi görünen yerde ise hayvan postu gibi yığınlar görebiliyordum.. burası sanırım bir avcının kulübesiydi.
O sırada kız da sırtındaki sadağı çıkarıp yatağın yanına bıraktı ve yayını da masanın üzerine koydu. Daha sonra yatağa oturdu ve, “Fakirhaneme hoşgeldiniz.” dedi. sırıtarak.
Sonunda onu dikkatlice süzme fırsatı da buldum.
Bu aydınlık ortamda canlı sarı saçları rengini serbestçe salabiliyordu. Güneşten koyulaştığı belli olan beyaz bir teni vardı. Üzerindeki el yapımı görünen deri zırhı ve belinde asılı bir hançer kılıfı vardı. Bileklikleri yerlerine tam oturmuştu. Aşağı yukarı 165 boyunda gibiydi. Ela gözleri muzip bakışlarıyla birleşip ciddiyetsiz bir ifade oluşturuyordu.
[Hazar Kuzguran Sv-2 (tarafsız)]
‘Yani bu kızın adı Hazar ve seviye iki.. o Yozlaşmış İnsanlar ile aynı seviyede. Ancak onlara nasıl hasar verebildi? Oku tam kafasını delip geçti. O bunu yapabiliyor ama 3. seviye Zülfikar neden sefil duruma düşüyor? Yoksa.. olay sınıfları mı?’
Bu düşünce aklımda yer etti. Belki de Zülfikar’ın özellik penceresinde sınıf olarak ‘Kahya’ yazıyordu. 3. seviye bir kahya olabilir.. daha önce birkaç oyunda benzer şeyler gördüm. İşçi sınıfları ile Savaş sınıfları birbirinden ayrıydı ve o seviyeler ikisi için de farklı şeyleri ima ediyordu.
Bu kız ise savaş sınıfı gibiydi. Yani görünümüne ve bu kulübedeki eşyalara bakılırsa o bir tür.. avcıydı. Hayvanları avlayan birisi savaş sınıfı sayılır mı bilmem ama o kafa atışı harbiciydi. Yani hedefi Yozlaşmış İnsan isimli bu zombimsi şeyler değil de normal bir insan olsa, ölümcül bir atış olurdu.. acaba aynı atış benim hayvansı cüsseme işler mi?
“Bizi kurtardığınız için teşekkür ederiz hanımefendi.” dedi Zülfikar saygı ile kafasını eğerken.
Kızı eli ile kışkış yaptı. “Böyle süslü hareketlere gerek yok. Ben iyilik meleği değilim ama öylece parçalanmanızı da izleyemezdim.” Ellerini tekrar yatağa dayarken devam etti. “Ee? Köyümüze neden geldiniz? Sevkiyat ekibinden değil gibisiniz.” dedi bizleri süzerken. “Şu çam yarması neyse de siz daha çok şehirden kafasını çıkarmayacak kişiler gibisiniz. Böyle kenarda kuytuda kalan bir yerde ne işiniz var?”
“Hanımefendi,” diye söze girdi Zülfikar ciddi bir tonda. “Bunları konuşmadan önce acaba bize neler olduğunu açıklayabilir misiniz?” bakışları, deriden bir perde ile örtülmüş pencereye kaydı. Belki de ışığın dışarıya çıkmasını engelleyen bu perdenin kalınlığıdır. “Oradaki şeyler de neydi?”
“Şey değil, kişiler.” diye düzeltti kız.
Zülfikar’ın tek kaşı yukarı kalktı. “Onların canlı olduğunu mu söylüyorsunuz? Bir tanesinin boynunun kırıldığını kendi gözümle gördüm ve o tekrar ayağa kalktı.”
Kızın bakışları zemine döndü. “Bilmiyorum.. belki de canlı değillerdir. Ancak, bir zamanlar öylelerdi..” kaşlarını çattı. “Onlar bu köyün sakinleri.”
Bu sözler ile Zülfikar da kaşlarını çattı. “Anlıyorum.. kaybınız için özür dilerim.” Daha sonra cürretkar bir şekilde kızın omzuna elini uzattı ve sıvazladı. “Onlara ne oldu bilmiyorum ama düzeltmenize yardım etmek için elimden geleni yapacağım.”
Kız bir anda onun elini itti. “Senden kim istedi bunu be?” dedi Zülfikar’a küçümser bir ifade ile bakarken. “Hem sen daha kendi canını bile koruyamıyorsun. Ne yapabilirsin ki?”
“Bir sorunu çözmek için sadece kaba güç yeterli olmayabilir hanımefendi.. o konularda sizi hayal kırıklığına uğratmayacağıma eminim.”
“Tüm bunlara gerek var mı ki?” diye girdim araya. “Bu zomb- yani hastalanmış gibi görünen kişilere şehirden gelenler yardım edemez mi? Sonuçta buraya her gün sevkiyat geliyor değil mi? Birkaç saat sonra gelecek ekip şehre haber verir ve bu konuda bilgili ekip gelip ilgilenir. Sorun da çözülür.” omuzlarımı silktim.
Sözlerimin bitiminden sonra kız garipserce bi ifade ile bana baktı ve sonra Zülfikar’a döndü. “Salak mı lan bu?”
‘Ne?’
‘Bekle bu yobaz kız bana salak mı dedi?’
‘Sıçarım ağzına he!’
Zülfikar özür diler bir ifade takındı. “Hayır. Kağan bey sadece.. hafızasını kaybetti. Durumdan haberdar değil.”
‘Ne oluyor? Bunlar bir şey biliyor gibi..’
Daha sonra Zülfikar bana döndü. “Efendim.. buradaki insanlara ne olduğunu bilmiyorum ama hareketlerine ve görünümlerine bakılırsa.. bu kötü tanrıların işi.”