Isekai Boksör Bölüm 14 – Wintergate Antrenmanı.
Serenna gözlerini kısarak Lucian'a baktı. "Bundan emin misin Lucian? Onun 6. seviye bir aura kullanıcısı olduğunu biliyorsun, değil mi?" Sesinde ciddi bir uyarı vardı.
Lucian başını salladı, hafifçe gülümseyerek. "Biliyorum."
Serenna derin bir nefes aldı, ellerini sıktı. "Öyleyse bir planın var, değil mi?" Beklenti dolu gözlerle ona baktı.
Lucian ise bir anda dilini çıkararak şakacı bir tavırla güldü. "Hayır, yok."
Serenna'nın yüzü kızarmaya başladı, öfkesi her geçen saniye artıyordu. O kadar sinirlenmişti ki, Lucian kısa bir an onun yoğun aurasını hissetti. Gözleriyle etrafı tararken ürkek bir gülümseme oluştu yüzünde.
"D-Dur, şaka yaptım! Tabii ki bir planım var," diyerek kendini toparlamaya çalıştı Lucian, tereddütle.
Serenna ona dik dik baktı ama sonunda derin bir nefes aldı. "Pekâlâ, sana güveniyorum." Ciddiyetle söylenen bu sözler, Lucian'ın omuzlarına bir yük daha ekledi.
Lily, köşede durup gülümseyerek, nazikçe başını eğdi. "İzlemek için orada olacağım Efendi Lucian. Başarılar diliyorum," diyerek ortamdan uzaklaştı.
Lucian, Serenna'ya dönüp kaşlarını çatarak sordu, "Şu adamı fark ettin mi?"
Serenna bakışlarını hızla çevirdi ve başıyla onayladı. "Evet, uzakta dursa da seni en başından beri izliyor."
Lucian'ın kaşları hafifçe kalktı. "Kim o?"
Serenna'nın sesi bu kez daha derindi. "Siyah Kar Tanesinden Noah Wintergate. Genç Wintergate'lerin en güçlüsü; 7 yıldızlı bir aura kullanıcısı."
Lucian şaşkınlıkla geri çekildi. "7 yıldızlı mı? Aura seviyesini sezmememe şaşmamalı. Gücünü gizliyor olmalı," diye mırıldandı. Kendi kendine, "Serenna onun gücünü hissedebilecek kadar mı güçlü? Ve o adam Serenna'dan bile güçlü mü… iş gittikçe karmaşıklaşıyor," diye düşündü.
Serenna, hafif bir gülümsemeyle ekledi, "Seninle ilgileniyor gibi gözüküyor. Dikkat etsen iyi olur."
Lucian başını sallayarak hafifçe gülümsedi. "Teşekkürler abla, dikkatli olacağım."
Serenna biraz eğilip gözlerini kısıp dalgın bir ifadeyle konuştu. "En genç Wintergate, Ejderha Avcısı, aykırı bir büyücü, küçük deha. Böyle birinin dikkat çekmemesi zor, değil mi?" Kendi kendine gülmeye başladı.
Lucian gülerek, "Keşke o ejderhayı yenen gerçekten ben olsaydım. O zaman kimseyle uğraşmak zorunda kalmazdım ve tek darbeyle hepsini yok ederdim!" Sonra ses tonunu derinleştirip alaycı bir şekilde, "Birlikler! Tek darbeyle bir ejderhayı yok etmeye gidiyorum, siz de izlemeye gelin!" diyerek Marki Arthur'un taklidini yaptı.
Serenna kahkahasını zar zor tutarak, "Dikkatli ol, Marki Arthur hâlâ buralarda," dedi.
Lucian umursamaz bir tavırla güldü. "Bizi duyacak hali yok ya."
Serenna'nın gözleri bir anda irileşti. "L-Lucian…"
Lucian bir anda arkasında dev bir gölge hissetti. Yavaşça dönerken, karşısında sinirli bir şekilde kollarını kavuşturmuş Marki Arthur'u gördü.
Marki Arthur, öfkeyle ona doğru eğilerek, "Taklit yeteneklerin gerçekten iyiymiş, Lucian. Umarım düelloda da bunları gösterirsin," dedi ve ardından uzaklaştı.
Lucian donakalmış halde mırıldandı, "Konuştuklarımızı duymuş mu? Tabii ki de duymuş. Bunların hepsi başından beri onun planıydı zaten, sanki bir kuklaymışım gibi benimle oynuyor!"
Bir anda başı ağrımaya başladı. Elini alnına götürüp sıkıntıyla iç çekti. "Bu olaylar beni gerçekten yoruyor. Abla, gerisi sana emanet. Ben gidiyorum."
Serenna onun kaçmaya çalıştığını sezdi ve hafifçe gülümsedi. "Gitmek istediğine emin misin? Şurada seninle tanışmak isteyen birkaç kişi daha var."
Lucian irkilerek etrafına baktı. "Daha fazla mı?.."
Arkasını döndüğünde, kendi yaşlarında bir grup kızın ona heyecanla baktığını gördü.
Kızlar aynı anda bağırmaya başladılar. "E-Efendi Lucian!" "Benimle çay içmek ister misiniz?" "Bir ejderhayı yendiğinizi duydum!"
Lucian gözlerini devirdi ve şaşkınlıkla mırıldandı. "Bu kızlar en fazla on yaşında, değil mi? Gerçi bu ülkede 13 yaşında reşit sayılıyorsun ama…"
Lucian, bu durumdan kaçmanın yollarını ararken gözüne yemek masasının orada kurabiyeleri ağzına tıkıştıran Alice takıldı. Hızla onun yanına koştu ve koluna girip onu çekiştirerek, "Hadi Alice, gidiyoruz!" dedi.
Alice, ağzı dolu halde boğuk bir sesle, "D-Dur! Kurabiyeee!" diye bağırmaya çalıştı ama söyledikleri neredeyse anlaşılmıyordu. Lucian onu kolundan çekip hızla ilerlerken Alice, ağzındaki tüm kurabiyeleri tek lokmada yuttu ve neredeyse boğuluyordu.
Arkalarında kalan kızlar, kıskançlıkla mırıldanmaya başlamıştı. "Bu kız da kim?" "Efendi Lucian'ı alıp nereye gidiyor?"
Alice, başını iki yana sallayarak içini çekti. "Nedense başıma büyük bir dert almışım gibi hissediyorum…" diye mırıldandı.
İkili gizlenmeye çalışırken Alice'in babası Hugo yanlarına geldi. Gözleri neşeyle parlıyordu.
"Oldukça iyi anlaşıyor gibisiniz," dedi Hugo, hafif bir gülümsemeyle.
Alice, bu söz üzerine hızla babasına döndü. "N-Ne?!" Yanakları kıpkırmızı kesilmişti. Babası, ikisinin kol kola olduğuna dikkat çeken bir bakış attı ve Alice, hızla Lucian'ın kolunu bırakıp birkaç adım geri çekildi.
Lucian hafifçe gülerek, "Üzgünüm Bay Atkins. Diğer kızlardan kaçmak için kızınızı kullanmak zorunda kaldım."
Hugo güldü. "Hahaha, önemli değil. Küçük Efendi Lucian'ın kızıma ilgi duyması beni mutlu eder. Hem, kızım da size karşı boş değil gibi," dedi göz kırparak.
Alice, utançtan iyice kızararak, "B-Baba!" diye bağırdı.
Lucian gülümseyerek başını salladı. "Teşekkür ederim Bay Atkins, ama henüz reşit olmadığım için bu teklifinizi daha sonra değerlendireceğim."
İkisi de gülmeye başladılar ve ardından Lucian, "Öyleyse izninizi istiyorum," diyerek vedalaştı.
Hugo başını eğdi. "Kendinize iyi bakın, Efendi Lucian."
Lucian, odasına çekildiğinde kapıyı açtı ve Cynthia'nın yatağında uyuduğunu gördü. Yüzünde tatlı bir gülümsemeyle ona yaklaştı. "Yedi yaşımdan beri beraber uyumuyoruz," diye mırıldandı, kıyafetlerini değiştirirken.
Yavaşça konuşmaya devam etti. "Bazen uyurken sana sarılmaya çalışıyorum. Yanımda seni bulamayınca kabus görüyorum…" Sonra üstünü değiştirmeye başladı. "Bu rahatsız kıyafetlerden nefret ediyorum, ama sen her zaman bana bu kıyafetlerin yakıştığını söylersin." Kendi kendine gülümseyerek devam etti. "Her zaman yanımda olduğun için teşekkür ederim, Cynthia."
Tam o sırada Cynthia gözlerini araladı. Lucian'ı bir anda yarı çıplak gördü ve şaşkınlıkla yerinden sıçradı. "E-Efendi Lucian! B-böyle düşündüğünüz için çok mutluyum ama… henüz çok küçüksünüz!" diye bağırdı ve elindeki yastığı fırlatıp odadan koşarak çıktı.
Lucian tavana boş bir bakış attı. "Belki de biraz erken konuşmuşumdur…" diye mırıldandı derin bir nefes alarak.
…
Ertesi sabah Lucian erkenden eğitim sahasına gitti. Eğitim alanında askerlerin çalıştığını görünce birlik lideri Eğitmen Thors'un yanına yaklaştı. Thors, geniş omuzlu, sert bakışlı bir adamdı. Yüzü, yılların savaş tecrübesini yansıtıyordu.
Lucian, ona yaklaşarak nazikçe seslendi. "Günaydın, Eğitmen Thors. Bugün sizinle çalışmamda bir sakınca var mı?"
Thors, Lucian'a dönüp kaşlarını çattı ama gülümsemeden edemedi. "Günaydın, Efendi Lucian. İki gün sonra Kırmızı Kar Tanesinden Arslan Wintergate ile bir düellonuz olacağını duydum. Hazırlanmak için burada olduğunuzu varsayıyorum."
Lucian gülümseyerek, "Düşündüğün gibi, biraz antrenmanın zararı olmaz dedim," diye yanıtladı.
Eğitmen Thors, Lucian'ı baştan aşağı süzerek, "Tabii, katılmakta özgürsünüz," dedi. "Ejderha avında sizi izlerken çevik bir büyücü olduğunuzu fark ettim, fakat eğitimlerimiz kılıç ustaları için düzenlenmiştir. Vücudunuzun buna dayanabileceğinden emin misiniz?" diye sordu.
Lucian, özgüvenle gözlerini kısarak, "Ayak uydurabileceğimi düşünüyorum," dedi. Ardından hafif bir gülümseme belirdi yüzünde.
Thors, sert bir ifadeyle başını salladı. "Öyleyse birliklerin yanına geçip hizaya girin. Eğitim başladığında size de bir asker gibi davranacağım. Anlaşıldı mı?" dedi.
Lucian, ciddiyetle kafasını sallayarak onayladı. Birliklerin arasına geçip üstünü değiştirdi, ardından esneme hareketlerine başladı.
Thors, yüksek sesle emir verdi: "Dikkat! Sıraya girin! Bugün efendi Lucian da eğitimimize katılacak. Ona ne kadar dayanıklı olduğunuzu gösterin!"
Birlikler hep bir ağızdan bağırdı: "EMREDERSİNİZ!"
Thors, "100 tur koşuyla başlayalım!" diye emretti.
Birlikler tempolu bir şekilde koşmaya başlarken Lucian da onlara katıldı. Koşu başladıkça askerler aralarında fısıldaşmaya başladı.
"Oldukça iyi ayak uyduruyor," dedi biri.
"Bir büyücüye göre şaşırtıcı derecede iyi!" diye onayladı bir diğeri.
"Ejderhayı yenen kişiden beklenirdi," dedi başka bir asker, hayranlıkla.
Otuzuncu tura geldiklerinde bazı askerler daha fazla dayanamayıp kendi aralarında konuşmaya devam etti.
"Bir büyücünün bu kadar dayanıklı olması normal mi?" diye sordu biri nefes nefese.
"O daha yedi yaşında!" diye ekledi başka biri, şaşkınlıkla.
"Wintergate soyundan geliyor ama yine de yakında yorulur," dedi diğer asker, biraz da kendini rahatlatmaya çalışarak.
Altmışıncı turda askerlerin nefesi iyice kesilmeye başlamıştı.
"Bu... bu normal mi?" dedi biri boğuk bir sesle.
"Henüz terlememiş bile!" diye ekledi diğeri.
"Pes etmeyin çocuklar! Dayanın!" diye haykırdı bir başka asker.
Doksan dokuzuncu turda askerlerin birçoğu bitkin bir haldeyken birisi bağırdı: "Bakın, Lucian durdu!"
"Bıraktı mı? Sonunda!" dedi başka bir asker rahatlamış bir ifadeyle.
"Asla 100 tura tamamlamadı mı yani?" diye soran bir asker şaşkınlıkla başını iki yana salladı.
Lucian, koşmayı bırakıp kenara çekildi ve bir şişe suya uzandı. Eğitmen Thors, gözlerini kıstı ve düşünceli bir şekilde Lucian'a baktı. "99. turda mı bıraktı? Enerjisi yerinde görünüyor. Buradaki 6 yıldızlı askerler bile nefes nefeseyken bu çocuk nasıl hâlâ bu kadar zinde olabilir? Sanırım diğer askerlerin onurunu kırmamak için durdu... Efendi Lucian, gerçekten de Wintergate soyunun en parlak üyesi," diye mırıldandı, saygısını gizlemeyerek.
Lucian'ın aklından ise şu düşünceler geçiyordu: "Asla ama asla 100 tura tamamlama... yoksa kel kalırsın…"
Birlikler koşuyu tamamlayıp Lucian'ın yanına geldiler.
"Oldukça iyi dayandınız, Efendi Lucian!" dedi biri.
"Evet, neredeyse 100 tura kadar geldiniz," dedi diğeri, bir parça dostça alay ederek.
Lucian gülümseyerek, "Hahaha, teşekkürler," diye yanıtladı.
Eğitmen Thors, otoriter bir sesle emretti: "Herkes ısındığına göre birebir düellolara başlayacağız. Efendi Lucian ile eşleşen kişiler, kendinizi tutmayın. O da şu anda sizin gibi bir asker!"
Birlikler hep bir ağızdan bağırdı: "Emredersiniz!"
İlk dövüş için kahverengi saçlı, ela gözlü genç bir çocuk öne çıktı. Yaşı Lucian'dan birkaç yaş büyük görünüyordu; muhtemelen 15 ya da 16 yaşlarındaydı. Karşısındaki rakibi ise yirmilerinin ortalarında, kaslı ve deneyimli bir askerdi.
Thors, Lucian'ın yanına gelerek, "Bu ikisi buradaki en güçlü iki kişidir," dedi. "Genç olan 5 yıldızlı aura kullanıcısı Fred, yetenekli bir savaşçı. Savaş içgüdüleri onu çoğu 6 yıldızlıdan daha üstün yapıyor. Diğeri ise yıllardır bizimle olan 6 yıldızlı savaşçı Kethem. Kazanan kişi seninle dövüşecek."
Lucian gözlerini kırpıştırarak Thors'a baktı ve başını salladı. "Teşekkür ederim. Arslan'la dövüşmeden önce iyi bir antrenman olacak."
Thors'un işaretiyle dövüş başladı. Fred, enerjik bir şekilde ileri atılarak hızlıca saldırıya geçti. Kethem ise sakin ve kontrollüydü, deneyimiyle savunma yaparak genç savaşçının hareketlerini dikkatle izledi. Fred, hızını artırmak için aurasını kullandı, Kethem ise yılların getirdiği ustalıkla saldırıları savuşturuyordu.
Fred, Kethem'e saldırırken yüzünde kararlı bir ifade vardı. "Çok hızlısın, ama bu beni durduramaz!" dedi, daha da hırslanarak.
Kethem ise soğukkanlı bir şekilde karşılık verdi: "Sana biraz taktik öğreteyim, evlat," dedi ve aniden saldırıya geçti.
Fred'in savunmasını aşmak için uyguladığı çeşitli taktikler, Kethem'in deneyimli ellerinde bir bir boşa çıkıyordu. Ama Fred yılmıyordu. Tüm gücünü topladığı bir anda, Kethem'in savunmasında küçük bir açık yakaladı.
Fred'in bu ani ve beklenmedik hamlesi, Kethem'in dengesini bozdu. "Bu benim şansım!" diye bağırarak hızını daha da artırdı. Kethem'in kılıcını etkisiz hale getirdikten sonra, eğitim kılıcını adamın boynuna doğru hafifçe dayadı.
Eğitmen Thors yüksek sesle bağırarak, "Dövüş bitti! Kazanan, Fred!" dedi.
Lucian, izlediği dövüşten memnun bir şekilde başını salladı. "Hızlı ve çevik... Ayrıca darbeleri de güçlü. Thors'un dediği kadar savaş içgüdüleri kuvvetli. Beni zorlayacak gibi görünüyor... umarım öyle olur," diye düşündü.