Isekai Boksör Bölüm 12 – Akrabalar Buluşuyor
"Çok yakışıklı oldunuz efendim, bu akşam yemekte kimse gözlerini sizden alamayacak!"
Lucian derin bir nefes verdi ve "Dediğim gibi Cynthia, göze batmak istemiyorum…" dedi ama Cynthia pek umursuyor gibi görünmüyordu.
Yemek saati gelmişti, çok fazla misafir olduğu için bu akşamki yemek büyük salonda düzenlenecekti. İnsanlar çoktan toplanmıştı ve herkes Marki Arthur'un etkinliğin başladığını duyurması için bekliyorlardı. Lucian, etkinlik alanına giriş yaptı ve etrafını incelemeye başladı.
Büyük yemek salonu, büyüleyici bir ihtişamla doluydu. Yüksek tavanları, odanın her iki yanındaki büyük pencerelerle tamamlanıyordu ve bu pencerelerden süzülen ay ışığı, odaya büyülü bir aydınlık katıyordu. Pencerelerin üzerindeki ağır kadife perdeler, altın rengi işlemelerle süslenmişti ve gerektiğinde mahremiyet sağlamak için çekilebiliyordu.
Salonun tam ortasında, zengin bir şekilde dekore edilmiş, uzun, masif ahşap bir masa yer alıyordu. Masanın üzerinde parıldayan kristal avizelerden süzülen ışık, gümüş şamdanlarda yanan mumlarla birleşerek sıcak ve davetkâr bir atmosfer yaratıyordu. Her bir şamdan, masanın her iki tarafına simetrik olarak yerleştirilmişti ve onların ışığı, sofradaki yemeklerin üzerindeki parıltıyı artırıyordu.
Masalar, beyaz keten örtülerle kaplanmış, üzerlerine ince işlemelerle süslenmiş zarif tabaklar, gümüş çatal bıçak takımları ve kristal bardaklar yerleştirilmişti. Her bir yerin önünde, özenle katlanmış keten peçeteler ve altın yaldızlı isim kartları bulunuyordu. Bu kartlar, her konuğun nerede oturacağını belirtiyor ve oturma düzeninin ne kadar titizlikle hazırlandığını gösteriyordu.
Salonun dört bir yanında, büyük duvar halıları asılıydı. Bu halılar, Wintergate ailesinin tarihini ve zaferlerini betimleyen karmaşık desenlerle işlenmişti. Duvarlarda, aile üyelerinin portreleri yer alıyordu; her biri gururla ve asaletle bakıyordu. Salonun köşelerinde, çiçek aranjmanlarıyla süslenmiş büyük vazolar bulunuyordu. Bu çiçekler, taze ve renkli görünüşleriyle odaya canlılık katıyordu.
Konuklar, şık giysileri içinde birbirleriyle sohbet ederken, kristal bardaklarda şaraplar yudumlanıyor, gümüş tepsilerde mezeler ikram ediliyordu. Herkes, Marki Arthur'un gelmesini ve etkinliğin resmen başlamasını bekliyordu. Konuşmaların arasında, çatal bıçak sesleri ve yer yer kahkahalar yankılanıyordu.
Lucian "Görünüşe göre en sondaki masa bize ait." Diye düşündü, çünkü en baştaki masa tüm salonu görmekteydi ve Marki Arthur'un oturması için ayrılan büyük bir sandalye vardı. "Bizim masamıza yakın olan masalar ise yan ailelerin masaları olmalı, yaydıkları şu sert havaya da bak." Diye düşündü ve yan aileleri incelemeye başladı.
Wintergate soyu bir ana ve üç yan olmak üzere dört aileye sahiplik yapıyordu, bir kişinin ana aile olabilmesi için tüm ailelerin en güçlüsü ve mirasın sahibi olması gerekir. Ana ailenin reisi tahtını devredeceği zaman tüm ailelerin çocukları arasındaki en güçlü kişi seçilir, böylelikle yan ailelere de ana aile unvanını edinebilme şansı verilir. Bunun anlamı bu üç yan ailenin liderleri Marki Arthur Wintergate'in kardeşleri olması, yani Marki Arthur aralarındaki en güçlü kişi. Ana ailenin varisi olmak için gereken şartlardan biri de erkek olmaktır, bu yüzden kız çocukların varis olabilme gibi bir şansı yoktur, yine de kız çocukların yan aile lideri olamayacağı hakkında bir kural yoktur. Bu yüzden bazı dönemlerde yan aile liderlerinin ana aile liderinden daha güçlü olmasına rağmen kadın olduğu için ana ailenin lideri olamadığı dönemler görülmüştür.
Lucian biraz daha geride duran masalara baktığında pek çok soylu ve zengin görünümlü kişilerin burada toplandıklarını gördü. "Çoğu burada, kuzey bölgesinde yaşayan kişiler olmalı, hepsi ne kadar soylu olduğunu belli etmek için yarışıyor resmen. Tabii bunun arkasındaki sebep basit, Wintergate ismine ne kadar yakın olurlarsa camiada sahip oldukları otorite de o kadar fazla olur."
Lucian etrafını incelerken hızlıca koşan biri ona çarptı. "Ne oluyor?" Lucian şaşkınlığı üzerinden attıktan sonra ona çarpan kişiye baktı, çarpan kişi küçük bir kızdı. Çarpışmanın etkisiyle yere düşmüştü, başını tutuyordu ve gözleri yaşla dolmuştu. "Ah siktir, soylu ailelerden birinin kızı falan mı bu? Umarım başıma bela almam."
Lucian, küçük kıza dikkatlice baktı. Onun uzun, dalgalı kızıl saçları vardı ve başını tutarken saçları omuzlarına dökülmüştü. Kızın büyük, kırmızı gözleri yaşlarla dolmuştu ve uzun kirpikleri titriyordu. İnce yapılı, narin bir yüzü vardı; yanakları pembeleşmişti, belki de hem utançtan hem de çarpışmanın etkisiyle. Üzerindeki elbise, pahalı kumaşlardan yapılmış, dantel ve işlemelerle süslenmişti, bu da onun soylu bir aileye mensup olduğunu gösteriyordu. Küçük elleriyle başını tutarken, ince parmakları dikkat çekiyordu. Yüzündeki acı ifadesi, Lucian'ın içindeki endişeyi artırdı.
"Pekala, Wintergate rolümü iyi oynamalıyım!"
"İyi misiniz?"
"Neden önüne bakmıyorsun!" dedi sinirli bir şekilde, gözlerindeki yaşlar görülebiliyordu.
Lucian sinirlenmişti, "Önüme bakmıyor muyum? Etrafta koşturan küçük bir kıza göre fazla konuşkansınız küçük hanım." Dedi ve kendini zorlayarak gülümsedi.
"K-Küçük bir kız mı!" dedi sinirli bir şekilde, daha sonra birisi "Alice!" diye seslenerek yaklaştı.
Gelen kişi küçük kızı yerden kaldırdı ve eğilip "Özürlerimi sunarım, küçük kızım size sorun yaratmış gibi görünüyor."
"Kızının aksine babası daha saygılı birine benziyor." Diye düşündü ve "Lütfen başınızı kaldırın." Dedi.
Adam başını kaldırdı ve Lucian'a baktı, göğsündeki Wintergate armasını gördüğünde onun bir Wintergate olduğunu anladı.
Hugo: "Bendeniz Hugo Atkins, kuzey bölgesindeki ticaret yolunun çoğu ithalat ve ihracat ihtiyacını biz karşılarız."
Hugo, orta yaşlarında bir adamdı. Kısa kesilmiş kahverengi saçları, hafifçe grileşmiş yanlarıyla onun yaşını belli ediyordu. Keskin hatlara sahip yüzü, uzun yılların verdiği tecrübenin izlerini taşıyordu. Hugo'nun koyu kahverengi gözleri, kararlı ve güven doluydu. Dudaklarının kenarındaki ince çizgiler, sıkça gülümsediğini ve dost canlısı bir kişiliğe sahip olduğunu gösteriyordu. Üstünde zarif bir şekilde işlenmiş gümüş düğmeleri olan koyu mavi bir ceket giymişti. Ceketinin altındaki beyaz gömleği, mükemmel bir şekilde ütülenmişti ve gömleğin yaka kısmında zarif bir broş bulunuyordu. Bu broş, onun zenginliğini ve statüsünü simgeliyordu. Ayaklarındaki parlak siyah deri çizmeler, onun her zaman şık ve düzgün giyindiğini tamamlıyordu.
Lucian, Hugo'ya ve kızına baktığında ikisinin birbirinden oldukça farklı göründüğünü düşündü.
Hugo, "Bana hiç benzemiyor değil mi?" dedi.
Lucian "Bilmem, siz de etrafta koşmayı sever misiniz bay Hugo." Dedi ve kendinden emin bir şekilde gülümsedi.
"Hahaha, haklısınız huylarını kesinlikle benden almış, ama güzelliğini tamamen annesinden aldı. Onun da şimdi burada olmasını dilerdim."
"Ah, sizi üzdüysem özür dilerim."
"Hayır önemli değil, uzun zaman oldu." Dedi ve gülümsedi.
Lucian "Oldukça iyi bir adama benziyor." Diye düşündü ve "Lucian Wintergate, tanıştığıma memnun oldum." Dedi.
Hugo, "Bir Wintergate ile böyle tanışacağımı düşünmemiştim, küçük kızımın yaptığı şey adına özür dilemek isterim." Dedi ve kartını uzatıp "Lütfen zamanınız olduğunda buraya gelin ve benimle bir çay için Efendi Lucian." Dedi.
Lucian: "Elbette." Lucian ve Hugo konuşmaya devam ettikleri süre boyunca Alice, Hugo'nun bacağına sarılmış bir şekilde Lucian'ı inceliyordu. Konuşmalarının ortasında Lucian ve Alice göz göze geldi, Alice Lucian'a baktı ve dil çıkardı. Lucian ona baktı ve onu sinirlendirmeye karar verdi.
"Kızınızın kaç yaşında olduğunu sorabilir miyim Bay Hugo?"
"Tabii, benim biricik kızım 7 yaşında. O çok güzel değil mi? Tıpkı annesi gibi, aslında onun heykelini dikmek için Wintergate Markiliğine çok sayıda belge yollamıştım ama sanırım sürekli gözlerinden kaçıyor, eğer küçük kızımı görselerdi hemen isteğimi onaylarlardı."
Lucian "Kızına karşı takıntılı gibi görünüyor, bunu not etsem iyi olur…" diye düşündü ve "Öyleyle Alice ile aynı yaştayız, daha küçük olduğunu düşünmüştüm ama… Öyleyse iyi anlaşalım Alice dedi ve gülümsedi."
Alice, Lucian ona küçük bir kız muamelesi yaptığı için sinirlenmişti. Alice tekrardan dilini çıkartıp Lucian'a çirkin bir surat yaptı.
Marki Arthur yemek salonuna giriş yaptı ve tüm dikkatler onun üzerine çevrildi. Salonda bir an sessizlik oldu, ardından fısıltılar yükselmeye başladı. Lucian, kalbinin hızlandığını hissetti; Arthur'un bir şeyler planladığını biliyordu.
Hugo, "Öyleyse daha sonra görüşürüz Efendi Lucian." Dedi ve gülümsedi, daha sonra Alice'i de alıp kendi masasına doğru yöneldi. Lucian'da kendi masasına geçti, Serenna'da masanın başındaydı, birbirlerini gözleriyle selamladıktan sonra salondaki herkes gibi Marki Arthur'a dikkat kesildiler.
Marki Arthur gür bir ses ile konuşarak; "Herkes burada neden toplandığımızı biliyor olmalı, bu gün burada Buz Ejderhasını def ederek edindiğimiz zaferi kutlamak için toplandık."
"Bakalım bu konuşma nereye gidecek, bütün aileleri ve soyluları buraya topladıklarına göre tek amacı kutlama olamaz. Bu adam böyle şeyleri umursayan biri miydi?"
"Eminim Buz Ejderhasını öldürenin ben olduğumu herkes duymuştur, ama bunu tek başıma yaptığım söylenemez. Tüm Wintergate birlikleri ve kızım Serenna sayesinde Buz Ejderhasını yendik ve büyük bir iblis sürüsünü katlettik, fakat Buz Ejderhasını yenmemizde en büyük rolü oynayan kişi oğlum Lucian Wintergate'dir."
"Ne? Dur dur dur! Ne yapıyorsun be adam!"
"Eminim onun hakkındaki dedikoduları hepiniz duymuşsunuzdur, henüz üç yaşında aura yıldızına sahip olması ve daha sonrasında Büyük Büyücü Sagar tarafından keşfedilip büyücü olma pahasına aura yıldızını yok etmesi. Bu yolda ilerleyip Wintergate ailesindeki ilk ve tek büyücü olması, tüm kurallara karşı gelmesi ve ilk görevinde bir ejderha ile yüz yüze gelip onu öldürmemiz için bir açıklık yaratması… Bu olanlar onun Wintergate ailesinin varis adayı olması için büyük bir sebep değilse nedir?"
"Siktiğimin piçi, demek amacın buydu…"
Marki Arthur Lucian'a bakarak: "Sana dair büyük umutlarım var, oğlum." Dedi.
Salondaki herkes az önceki konuşma hakkında aralarında konuşmaya başladı. "O en küçük Wintergate değil mi?" "Henüz 7 yaşında olduğunu duydum." "Bir ejderhayı mı yenmiş?" "Lucian Wintergate…" "Marki Arthur birini mi övdü?" "Çoktan varisi kararlaştırdı mı yani?"… Tüm bu dedikoduların sebep olduğu tek bir şey vardı, düşmanlık.
Varis adayı olan herkes Lucian'a kıskançlık dolu gözlerle bakıyordu, tüm yan ailelerin çocukları Lucian'a bakıyordu.
"Bakışlarınızı hissedebiliyorum sizi piçler…"
Lucian'ın başı hiç olmadığı kadar beladaydı, artık bütün varis adaylarının hedefinde Marki Arthur'un övdüğü çocuğu Lucian Wintergate vardı.
"Demek böyle oynamak istiyorsun ha? Öyle olsun, gönder gelsin!".