Bilinmezin İçinde Bölüm 14 - Şans Tanrıçası

Yemeğimizi yedikten sonra ateşi söndürdüm. Ardından mağaranın içine geçtik ve tekrar girişi kapattım. Ancak bu sefer çalılar ile değil, bir kaya ile. Çünkü çalı engeli hala bir insan tarafından fark edilebilir.

“Kağan abi burası çok karanlıık.” diye söylendi Firdevs.

“O zaman amacımıza ulaşmışız demektir.”

“Ama ben hiçbir şey görmüyoruum.”

“..sen böyle her cümlenin sonunu uzatacak mısın?”

“Nasıl yaniii?” diyen sesini duydum mağaranın öbür ucundaki karanlıktan.

Ancak artık alışmaya başlamıştım. Silüetini seçebiliyordum. Kendini mağaranın sırtına dayamıştı.

“Off burası çok topraklı çok sert ve hiç rahat değiil.” diye şikayet etti.

Haklıydı. Ben bile bu rahatsız ortamda uyuyabileceğime emin değilim. Eğer parçalarken anasını ağlatmış olmasam domuzun postunu yastık gibi kullanabilirdim.

Ancak şimdi sadece sert toprak var..

Bunun yerine gece seyahat etmeyi bile düşündüm ama ben yapabilsem de Firdevs ayak uyduramazdı.

Yoksa korktuğumdan değil yani. Ben koskoca ayıyı devirdim.

..yani tamam engelleme hakkım var diye oldu bu ama sonuç olarak bu haklar varken kimse bana zarar veremez.

İşte bu yüzden, şimdilik uyumayı seçtim. Aydınlıkken tepki vermem daha kolay olur ve Firdevs de etrafı görebildiğinden yolumuzu seçebiliriz. Yani en azından kendi şehrini görse tanır değil mi? Mağaradan inerken gördüğüm tarafı biliyorum. O tarafa gitmem yeterli.

Bu şekilde kendimi uykuya dalmaya zorladım.

“Firdevs.”

“Efendim abi?”

“Bak kapalı alandayız. Sakın osurma tamam mı?”

“Ayy çok iğrençsin abii!”

Mağaranın açık kalan girişinden gelen sabah ışıkları ile uyandım.

Bok gibi bir uykuydu ya.. neyse ki dayanıklılık özelliğim çok fazla.

Kafamı yana çevirdiğimde Firdevs in topraktan yaptığı yastığa dayanmış kafasını gördüm.

..rahatsız edici görünüyor ama hiç yoktan iyidir.

Gittim ve dürtükleyip onu uyandırdım.

“Hıh? Ne?” diyerekten şaşkın bir tepki ile uyandı.

“Hanımefendi, kahvaltınız salonda hazır.”

“Ah sen misin kahya Jonas amca? Az sonra gelicem aşağı teşekkürler.” dedi ve topraktan oluşma yastığına kafasını uzattı.

“Hayır ben gerçek babanıııım!” dedim hayalet taklidim ile.

“Neh!” diye bir anda yerinden fırladı.

Sonra bana baktı ve birkaç saniyelik dalgınlıktan sonra bıkmış bir tonla, ‘off’ çekti. “Çok gıcıksın Kağan abii.” dedi ve yerinden doğruldu.

Belini tutarken acı ile esnedi. “Belim tutulmuş yaa.. ben eve gitmek istiyorum.”

..daha dün geceye kadar eve gitmiyicem diyen kıza bak. Sanki maceracı olsa kuş tüyü yataklarda yatacaktı.

“Hadi ayaklan da gidelim.”

“Nereye gidicez? Yolu biliyor muyuz ki..”

“Ben bir şehir gördüm. İki dağın az ilerisindeydi ve surlarla çevriliydi.”

“Aa! Neden daha önce söylemedin!? Orası babamın şehri! Akçamera!”

Tahmin ettiğim gibi.. sonuçta başta aldığım görev de bu şehirle ilgiliydi ve bu kız da o şehirden gelme. Teknik olarak yakında olmalı ve birbirine çok yakın iki şehir olamaz. Orası olmalı.

“Bahsettiğin dağlar ve şehir ne tarafta?”

Biraz düşündüm ve mevcut konumuma göre elimle gösterdim. “Dağlar işte şunlar.” dedim ufukta çaprazlama görünen iki dağı gösterirken. Pozisyonum değiştiğinden onları gördüğüm açı da değişmişti.

Firdevs o yöne döndü. Daha sonra hilal kaşlarını çattı ve etrafa baktı.

Sonra bir yönü gösterdi. “Babam bana şehrimize bağlı olan Bayırbaşı kasabasının yol ağzına gelince sağ tarafta olduğunu söylemişti. Yani bu taraf olmalı.”

Bunu söyleyen dünyadan bir haber saf bir kız olduğundan fazla güvenemedim. Ancak başka seçeneğim olmadığından gösterdiği yöne gitmeyi kabul ettim.

“Yolda ilerlerken dikkatli ol. Bu sizin şehrinizin kaldırım yollarına benzemez. Her yerde taşlar ve kökler var.”

“Tamam abi yaa. Bizim bahçe de böyle zaten bir şey olmaz.”

Sonra ilerlemeye başladık.

Bu şekilde bir saat kadar ilerledik. Geçen seferkinin aksine bu sefer boynuzlu tavşanlarla karşılaşmadım. Belki de habitatları terste kalıyordur? Sakin bir yolculuk oluyordu.

“Abiii.” diye seslendi Firdevs aceleci bi tonla.

“Ne oldu?” dedim onun kıvranan figürüne bakarken.

“Tuvaletim geldi.”

“Ah, anladım.” dedim olduğum yere çökerken. “Yap o zaman.” Bakışlarım dikkatle üzerindeydi.

“Neredee?” dedi Firdevs aceleci tonunu korurken.

“Burada. Hadi başla.” dedim kafamı başka yöne çevirirken.

“Nee? Ne diyorsun abi ya olur mu öyle şey?”

“Bu orman çok tehlikeli. Ortalıkta boynuzunu saplamak için gezen tavşanlar var. Seni gözümün önünden ayıramam.”

“Off abi. Öyle diye de karşında mı yapayım?”

Daha sonra bir anda yan tarafa doğru koşmaya başladı.

“Nereye gidiyorsun!?” diye bağırdım koşan figürünün ardından ayaklanırken.

“Gelmee!” diye bağırdı. “Tuvaletimi yapıcam az ileride!”

Duraksadım.

Belki de haklıydı.. sonuçta bir saattir hiçbir tehlike görmedik. Başına bir şey gelmez gibiydi.

Beklemeye başladım.

10 dakika kadar sonra, bana doğru yaklaşan koşma seslerini duydum.

“Abii! Abii!” dedi Firdevs, elinde tuttuğu eşyalar ile bana koşarken.

“Bak neler buldum!”

Yanıma geldiğinde elindekileri gördüm.

İçi dolu bir sırt çantası ve kıyafetler.

“Oha nereden buldun bunları?”

“Hehe. Gittiğim yerde bir ağaca dayanmış duruyorlardı. Ben de kaptığım gibi geldim! Tam da kıyafetlere ihtiyacımız varken!”

Doğru. Kasabaya baksır ile giremezdim.. seksi vücudumu sergilemekten çekinmesem de, eğer onlar kendi dünyamın insanları gibi tepki verirseler ortalık karışabilir. Sonuçta herkes Firdevs gibi saf değil.. bu olayı normal karşılamazlar.

“Yani ormanın ortasında ağaca dayanmış şekilde sahipsiz eşyalar buldun ha?”

“Evet! Çok şanslı değil miyiz?”

Gülümsedim. “Haklısın. Şans tanrıçası yanımızda olmalı.”

Vay be, demek bu dünyada ormanın ortasında rastgele eşyalar da oluşuyor. Gerçekten fantastik bi dünya ya.

Getirdiği eşyaları inceledim. Bu kıyafetlerin bir kısmı gündelikken, bir kısmı.. zırh gibiydi. Deriden yapılmış iplikli bi kıyafet vardı. Bunun dışında bir erkeğe ait gibi görünen keten bir pantolon ve kısa kollu bir gömlek vardı. Diğer tarafta da bir kadına ait gibi görünen uzun bir elbise vardı. Elbise mavi renk üzerine işlenmiş desenlere sahipti.

Çantada ise, meşale, kanca gibi zerzavatlar ve içinde kırmızı renkli sıvılar olan minik şişeler vardı.

Bunlar dışında bir de kese vardı. Keseyi alıp salladığımda şıngırdama sesleri duyuldu.

Hmm?

Kesenin ağzını merakla açtım.

“Ohaa bunlar ne lan?” dedim içindeki paraya benzeyen metal şeyleri çıkardığımda. Altın rengine yakınlar ama altın gibi değil gibiler.. o saf parlaklık yok.

“Aa sikkeleer! Şans tanrıçası bize sikke de mi yollamış?” dedi Firdevs.

“Bunlar para mı?”

“Evet! Kahya, çalışanlara maaşlarını öderken bunlardan verirdi.”

“Peki bu fazla mı?” dedim sikke dolu keseyi sallarken.

“Hmm bilmiyorum.. ama kahyanın çalışanlara ayda bir verdikleri ile aynı boyutta gibi.”

Oh. Yani bu bir işçinin bir aylık maaşı kadar mı?

E çok iyi.

Erkekler için gibi görünen kıyafetleri aldım. “Ben şunları bi deniyeyim.”

Biraz zorlama ile üzerime giymeyi başardım.

Ancak darlardı.. pantolon ve gömlek yapısı gereği bol gibiydi ama ben giydiğimde komple yapışmıştı. Hareket etmesi zor hissettiriyordu.

Şans tanrıçası, olacak kıyafetler yollayamamış mı?

“Vaay abi, kıyafetin patlayacak gibi duruyor!!”

Oh.

Bu tepki hoşuma gitti.

Yani kaslarım daha belirgin.

Bu kıyafetleri sevdim.

Daha sonra Firdevs de etek kıyafeti aldı ve ileride bi ağacın arkasında değiştirip geldi.

Şimdi üzerinde keten kıyafeti yerine şatafatlı, işlemeli bir kıyafet olduğu için daha bi soylu gibi görünüyordu.. tabii hâlâ toprağa yattığından suratı falan tozluydu ama..

Novel Türk Discord'una Katıl
Bir hata mı var? Şimdi bildir! Novel Türk'e destek ol!
Yorumlar

Yorumlar